Etiketler
Céeline, düzeltme, diktatör, editör, eklenen okumalar, Musil, Mussolini, Nobakov, Suriye meselesi, Zürafa Anaokulu
– Belki de hayatımın en tembel zaman dilimlerinden birinden geçiyorum ya da öyle yoğunum ki, bir şekilde zaman ayrıdığım her şeyi şimdilerde yapmak benim için çok zor.
Bir çocukluk hayalimi anımsıyorum. Çocukluk değil de gençlik, lise yıllarına ait. Artık daha bilinçli şekilde biraz daha amaca yönelik ders çalıştığım günlerde akşamları tv nin karşısında oturan anne – babama bakar ve “benim için de böyle günler gelecek, ben de bir zaman sonra şu okul, ders vs den kurtulduğumda akşamları amaçsız oturabileceğim,” derdim.
Bazı akşamlar salonda koltuğa oturduğumda saat on olmuş oluyor.
Çok çok kısacık fırsat bulduğumda kitap okuyorum, o kadar.
– Oysa İğneler’imin düzeltmelerini aldım. Editörle de iki haftada randevuyu üç kere değiştirerek buluşabildim zaten. Biz kitabı konuşurken Defi de yanımdaydı. Bir taraftan ona, “dur yapma… uslu otur…” derken diğer taraftan da editörün düzeltme önerilerini dinliyor ve ‘galiba en iyisi yazmaktan vazgeçmek, kitap okumak neyime yetmiyor ki…’ diye düşünüyordum. Halbuki, o daha başlarken “önemli sorunlar yok, bu haliyle bile çok rahatlıkla basarız… yine de kalan ufak tefek çakıltaşlarını temizlersek daha güzel olabilir diye not aldım,” demişti. Bir buçuk saatin sonunda bitirirken, yeni bir şeyler yazıp yazmadığımı sordu. Kafamda evet, diyerek cevap verdim. Lezzetli Öyküler’in editörü gibi o da roman yazmamı önerdi. “Yazmak…” dedim, “…disiplin işi. Benimki gibi bazı günler duş almak için bile zaman bulmak zor olduğunda yazıyorum demek gerçekçi olmaz…” Yazmadan okumaya devam etmenin cazibesinden bahsettim. Yazmak iyidir, dedi. Ne kadar çok olursa o kadar iyi…
Birkaç akşam İğneler’ime zaman bulmalıyım şimdi. Hafta sonu olmaz. Hafta sonu çok dolu. Öyle dolu ki, bir günde birkaç organizasyon çakıştığı için içlerinden seçim yapmak zorunda kaldım. En önemlisi de Defi’nin gecikmiş doğumgünü partisi. Pasta siparişini verdim. Beyaz kalp üzeri pembe güller olacak.
– Yazmazsam içimde kalır, daha doğrusu size sormalıyım… Siz de bir gazeteyi eline aldığınızda ya da tv yi açtığınızda yüksek sesle kendi fikri, haberi, programı her ne ise işte… kesin öyle olmalıymış gibi yazan, konuşan, tahammülü zorlayan ne çok kişi var diye düşünüyor musunuz? Ben öyleyim. En çok da bu çok farklı yerlere aitmiş gibi görünen ancak gemisi yürüsün diye her şeyi yapmaya hazır olanların sözlerine ister istemez inananlar, alıp kabul edenler olduğunu düşünmek işi benim için daha da zorlaştırıyor. Elimden geldiğince uzak duruyorum ama meraklıyım da… bir şekilde görüyorum işte… ve galiba bu yüzden buraya daha az yazar oldum ya da yıllık blogdan uzaklaşma krizlerimden birini yaşıyorum.
– Bir de bu arada okullar açıldı tabi… Son iki günde bir kere daha anladım, Kem büyümüş. Önce ihtiyaç listesini eline aldı, evde var olanları eledi, alınması gerekenleri belirledi. Kendisi kırtasiyeye gidip alış-verişini yaptı. Bugün de kitaplarını alacak. Yani, onun arkasını daha az kovalamam gerekiyor. Dün akşam bir de dumura uğrattı beni. Bir kere dha anladım ki, biz bu çocuklara dünyadan haberleri olmadığını sanarak, sadece i-phone, i-pad, PlayStaion, PC ile ilgililermiş gibi düşünerek haksızlık ediyoruz.
Suriye meselesinin son durumunu sordu. Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım, daha iyi anlayabilmesi için de Arap Baharı’ndan Hüsnü Mübarek’ten aldım, diktatör nedir biliyor musun, diye sordum. Biliyorum herhalde, Mussolini gibi… dedi. Dumur olduğum yer, işte tam da burasıydı. Hitler demedi. Biraz konuştuk. Bitirirken, Rusya ve Amerika büyük devletlerin davranması gerektiği gibi davrandı, dedi. Anlamadığım tek şey biz niye Suriye’yle savaşmak istiyorduk ki? Sonrasında çok düşündüm, hatta sabah uyanırken aklımdaydı. Günlerdir takipteydi, analiz ediyor, sonuçlar çıkarıyordu.
Şimdi yazarken bir taraftan da düşünüyorum. Daha on iki yaşını bitirmedi. Beden olarak on beş yaşında gibi… bazen ondan erişkin gibi davranmasını beklediğimi fark edip kendi kendimi dürtüklüyorum, o daha çocuk, diyorum. Bazen korkunç ergen espirileriyle beynimizi somuruyor. Bir taraftan da aklı bedenine yetişmeye çabalıyor ve etrafında olup biten, birçok anlamsız, tutarsız konuyu anlamlandırmaya çalışıyor. Nasıl bir karmaşa yaşıyor, artık daha iyi anlıyorum.
– Defi’de bambaşka değişiklikler var. Zürafa’dan ayrıldı ve abinin okulunun, okul öncesi sınıfına başladı. Öncesinde saatlik oryantasyonlara katılmıştı ama dün sınıfına bırakıp çıkarken yüzündeki ifadeyi unutmayacağım. Serçe kuş gibiydi. E, tabi Zürafa her şeyiyle onun evi gibiydi. Dün, gün bana geçmek bilmedi.
– Aslında hep anlatacak çok şey var.Birecik’e gidişimiz başlı başına yazıyı hak eder.
– Bugünlerde Arnon Grünberg okuyorum. Güvenli, bildiğim, sevdiğim bir limandayım. Acelesizim, çünkü geride bir Yahudi Mesih kaldı.
– Oyun Dürtüsü’nü yazmadım, diye suçluluk duyuyordum. Yazacağım ama kitabın beraberinde getirdiği, bende eksik olan üç okumayı yaptıktan sonra. Niteliksiz Adam / Robert Musil, Ada ya da Arzu / Nobakov, Gecenin Sonuna Yolculuk / Louis – Ferdinand Céline… Biri, muhtemelen Céline, muhakkak önümüzdeki bayram tatilinin okuması olmalı.
– Benim leylek sezonum açıldı. Haftaya Barcelona var. Sonrasında uzun – kısa yurtiçi seyahatler ve yılı en sevdiğim şehirlerden biriyle, Cenevre’yle kapatacağım.
Öyle yani…
Ben sadece Tirza’yı okudum Grünberg’den, diğerlerini de merak ediyorum.
İyi yolculuklar, gezi yazıları gecikmesin ama :)))
Ben Sydney’i yazmadım, iyi mi? Ne bileyim, birkaç aydır, Mayıs’tan beri birçok şey fazla anlamsız geldiğinden galiba :-((
Arnon Grünberg bence kesinlikle her yazdığı okunması gerekenlerden… Marek van der Jagt adıyla yazdıkları da okunmalı…
Şu yazını okurken ki aldığım keyfi anlatamam sana…Yazmalısın bence de…
O senin sıraya koyduğun üç kitap da baktım alınacaklar listesinde duruyor.Öne çekeyim hemen:))
Çocuklarımız gözümüzün önünde ama bize farkettirmeden büyüyorlar. Şimdi bir veli telefon açıp akıl sorduğundan ben şaşkın şaşkın bakıyorum içimden de bilmiş diyorum o başka:)
O benim çat çatladığım Birecik seyehatini en yakın zamanda yazmalısın…
Halbuki öyle de kolay yazıyorum ki… Beni en çok da bu tereddüde düşürüyor. Bana kolay ya, değersizmiş hissine kapılıyorum.
Bence de yazmalıyım. Aklımdaki hikayeleri anlatmalıyım. NAsıl olsa her topal satıcının bir kör alıcısı olduğu zamandayız, değil mi? Keşke bunu kabullenmek benim için öyle kolay olsa…
Senin örtmeni izliyorum ben… Malum, bizim ailede (ilk ailem) benim dışımda herkes örtmen.
Birecik seyahatini yazacağım ama çok öçatlanacak bir şey yok, emin olabilirsin, en azından benim nazarımda…
Yaz Selgin yaz. Geçen sene bana gaz veriyordun, sana n’oldu? Durma yaz hadi!
Seninle yaptığımız ayrı bir yazışma vardı, hatırlıyor musun bilmiyorum, yazma konusunu ayrı bir yere taşımanla ilgili. O yazışma duruyorsa dön bir bak lütfen ve hatırla. 🙂
Bak sana bir de güzel haber. Sayende ilk defa Michel Houellebecq okuyorum ve bunu üç arkadaş birlikte yapıyoruz. Bir nevi yeni kitap kulübü. Sen yazmasaydın Michel değil, başka biri olacaktı belki, ama Michel oldu çünkü sen yazdın, ben de okudum. Kapiş?
Çok sevgiler..
Yazmak benim için muhakkak ki hep olacak ama zaman ciddi bir sorun.
O yazışmamızı hatırlıyorum ve elbette duruyor. Yazma kesinlikle tek ve birincil uğraşım olmalı ama yaşam işte… ekmek parası (daha doğrusu çocukların okul parası) kazanmak zorundayız.
Michel Houllebecq iyidir. Çocukluk travmasından geçmiş olanların tadı, tuhaftır ki, ayrı oluyor. Bence en iyisi Harita ve Topraklar..
Kitap kulübünüz hayırlı olsun. Neler okuyacağınızı merakla bekliyorum. Sevgiler.
Barcelonaaa….23.00 civari kiyidaki restaurantlardan birinde iyice ‘vuracak’ sarap esliginde paella, sonrasinda sokak aralarindaki barlardan birinde muzik esliginde 03.00 e kadar ,04.00 e kadar takilma, otele gelme, bir dujj, derin uyku, sabah sis goz altlarini fondotenle filan retuslama, kahvalti ve ‘ben kimim, ne yapiyorum, ne isim var buralarda, orada olmam gerekmiyor muydu’ sorularini ucaga saklayip is gunune konsantre olma…
Iyi yolculuklar, esenlikle esas soludugumuz havaya, biir dolu idividisina ragmen ‘ koye’ ve sevdiklerinize tekrardan kavusma dilerim ,
Evet, böyle geceleri bilirim. MAdrid’den böyle bir hatıram var. Sabah 5’te otele gelip saat sekizde sanki tüm gece bebekler gibi mışıl mışıl uyumuş gibi yaparak toplantıya katılma… İşin güzel yanı ben 2 gün toplantıda olacağım ve benim işimin bittiği gün akşamüstü BB gelecek, 2 gün de onunla… Bakalım nasıl geçecek?
Harika gececek hele de son iki gun :))
Oh oh ekliyecektim ama munasebetsizin biri kullandi diye vazgectim derken Yok hayir vazgecmek yok, munasebetsizlerin tekeline kaptiramayiz bu guzel unlemi dolayisi ile
Oh oh harika gececek hele de BB nin katilimi ile son iki gun . Basarilar, sevgiler,
BB yle kesinlikle iyi geçeceğinden eminim. Çünkü en iyi tatil arkadaşıdır. Ben keyfime bakarım, o ne yapılması gerekirse yapar 🙂
Vay genc ben de soracaktim, igneler durum medir diye. Guzel guzeeeel.
Editor vildan mi??:p
iPhone’umdan gönderildi
17 Eyl 2013 tarihinde 19:45 saatinde, “defter” şunları yazdı:
>
>
Evet, editör Vildan. Bir de zaman bulup başına oturabilsem 😦
E bekleriz o zaman Cenevre’de…
İnşallah. Görüşe bilirsek çok sevinirim. Evdekilere sevgiler…