Etiketler
bazen cılız bir fidan gibi savunmasızdır, Ferit Edgü, mektuplar, peki izin aldık diye hepsi bize mübah mıdır?, ruh üşür, ruh sarılıp sarmalanmak ister, ruh titrer, Tezer Özlü
Tezer… bizim kız… özlemişim seni…
Hasret giderebildim mi, soracak olsan cevabım, Hayır. Ancak olsa olsa kalabalık bir caddede aceleyle yürürken yıllardır görmediğin eski bir dostla epi topu birkaç çift laf edip vapur kaçmasın diye koşarken onu ne çok özlediğini fark etmek, telefon numarası değişmiş mi diye sormamaya hayıflanmaktı.
Tezer Özlü’yle üniversite yıllarında tanıştım, Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde… Okuyup sevmiş, o zamanların en yakın bir arkadaşı vermişti okumam için. Demek oluyor ki, tanışıklığımız yaklaşık yirmi yıllık. Sonra da Yaşamın Ucuna Yolculuk, Eski Bahçe – Eski Sevgi ve Kalanlar gelmişti. Şimdi düşünüyorum da çok cesaretliymişim… O melankolinin, o hüznün verdiği acayip hazzı anlatmak zor. Sade içtenliğe hayran kalmıştım.
İtiraf etmem gerek ki, uzun zamandır Tezer Özlü’yü aklıma getirmemiştim. Kitabın çıktığını biliyordum ama dedim ya, artık o kadar da cesaretli değildim. Zaten okunmamışlar kitaplığı büyüyor ha büyüyor, kitaplar raflardan taşıyordu.
Geçen hafta bir öğleden sonra telefonum çaldı. Arayan Atalet’ti. O içinden kahkahalar taşan, şimşekler çakan sesiyle karşımdaydı. Beklemiyordum. Artık yedi filan olunca aradım seni, dedi. Anlamadım. Her Şeyin Sonundayım’ı okuyorum, dedi. Artık sen yedinci kere filan aklıma düşünce dayanamadım, aradım. Afalladım. Tezer Özlü – Ferit Edgü mektuplaşmalarından ben nasıl çağrışım yaptırmıştım. Dün akşam Atalet’in hediyesi kitabım kargoyla geldi. Aslında o telefon konuşmasının ardından gidip almamak için çok zor tutmuştum kendimi ama bir kere vaadedilmişti.
Dün gece yatarken ilk birkaç mektuptan tadımlık, günboyu aralıklı, fırsat buldukça okudum. Mesela şu satırların altını öğle yemeğini takiben serin, bahçe bozuntusu bir yerde, sundurmanın ötesinde yağmur çiselerken, ince belli bardağımdan iyi demlenmiş çayımı içerken çizdim.
Tezer, mektuplarında yine bildiğimiz gibiydi. Beni asıl Tezer değil de Ferit Edgü şaşırttı. Belki bir önyargı, belki anlamsız bir algı kusurundan ötürü pek bir kibirli gelirdi bana. Dediğim gibi dayanaksızdı bu hissiyat ve ben sırf bu sebeplerden hiç Ferit Edgü okumamıştım. Kibri konusunda fikrim değişmedi ama okuduğum o mektuplardan sonra kabullendim, ilk fırsatta Hakkari’de Bir Mevsim’i önce okumaya sonra da izlemeye karar verdim. Bildiğim bir şey var ki, Ferit Edgü’ye içimin ısınmasının tek bir sebebi var, o da bizim kız Tezer. Yani o sevdiyse, güvendiyse, inandıysa benim için de mümkün olabilir.
Her Şeyin Sonundayım’ı okurken bir yanılgım su yüzüne çıktı. Ben hep Tezer Özlü sanki intihar etmiş diye biliyordum. Satırlar arasında dolaşırken bunun da sebebini anladım, Tezer benim Sylvia Plath’imdi. Aslında kanseriyle yüzleşmekten kaçınıp ilk başta tedaviyi reddetmesi de bir bakıma intihar sayılırdı.
Biyografileri sevmediğimi daha önce söylemiştim. Otobiyografileri ise kişinin bilmemizi izin verdikleri olmasından ötürü kısmen kabul edilebilir buluyorum. Mektuplar ise biyografiye daha yakın, eğer kişi öldükten sonra hangi mektuplarının yayınlanacağını vasiyet edebilmişse başka. Böyle bir durum yoksa, mektubun yazıldığın kişi onay verse de bir şey hep eksik kalıyor.
Her Şeyin Sonundayım’ı büyük bir suçluluk duygusu ve zevkle okudum. Öyle yani…
P.S. Atalet’in affına sığınaraktan… ama anlatmasam hikaye eksik kalırdı…