Etiketler
doktor işte işini yapıyor, nedir bu doktorların havası, tesisatçı egosu, yaptığı işi seven ve ona tutkuyla bağlı insanlar gördüm
Yakın zamanda bir tür aydınlanma yaşadım. Sanki beynimde uzun zamandır süregelen hava akımına sebep olan bir kapı kapandı ve cidden rahatladım. Muhtemelen geri planda hava akımının neden olduğu bir uğultu hep vardı, o kesildi.
Bilmeyenler için gelsin… doktor(d)um, yaklaşık üç buçuk yıl önce mesleği ( aktif olarak hasta görmeyi ) bıraktım ve iki buçuk yıl önce hekimler genel grev yapmaktayken katkım olsun diye doktorluktan vazgeçişimin ardındaki sebepleri sıraladığım, şu günlerde yeni bir paylaşılma rekoruna (blogdan üç gün içinde ilk yazdığımda 25.000, sekiz ay sonra ikinci harlanmada 35.000 okunmuştu) doğru giden bir yazı yazdım. Bu yazının ziyaretçilerinde ara ara patlamalar olmasını düşündürücü buluyorum. Acaba doktorlar dönem dönem toplu istifanın eşiğinden mi geçiyorlar, diye düşünmeden edemiyorum.
Bir meslek, ki hele hele çok emek sarfedilen hekimlik, öyle kolay kolay bırakılmaz. Önce bir alternatifiniz olmalı. Sonuçta hepimiz bir şekilde hayatımızı idame ettirmek için çalışmıyor muyuz? Benim alternatifim vardı ve bir gerçek ki şu anda da hayatımı elimdeki tıp ve uzmanlık diplomam sayesinde kazanıyorum. Sadece hasta görmüyorum ama tıp ile hâlâ içiçeyim, muhtemelen de böyle devam edecek.
Bazen annem, hastaneyi ve hastaları özleyip özlemediğimi sorar. Cevabım net. Eskiden su tesisatçısı olan biri şimdilerde daha iyi kazanıp daha huzurlu olduğu bir iş yapıyorken patlak, su sızdıran boruları ne kadar özlüyorsa o kadar… demişken buradan konuya gireyim.
Geçenlerde alt komşu geldi, bizim banyodan aşağıya su sızıyormuş. Evle ilgili derhal halledilmesi gereken bir sorunla karşı karşıyaydık. Önce bize bir tesisatçı lazımdı. Tesisatçı işinin ehli biri olmalıydı ki, gerekli gereksiz kırıp dökmesin. Temel kriterimiz buydu. Sonuçta üç aşağı beş yukarı kim gelse ücret olarak benzer miktarı verecektik. Elbette kazıklamazsa iyi olurdu. Bu arada alt kat komşu bizden ana vanayı kapamamızı, mümkünse hiç su kullanmamazı rica etti. ‘Nasıl yani?’ dedim ama su kaçağının olduğu yerdeki vanayı kapattım.
Ertesi gün BB, ardıardına tanıdık ustayı aradı ama ulaşamadı. Akşam ilgisiz bir saatte kapı çaldı, usta karşımdaydı. Gayet rahat, kendisine muhtaç olunduğunun verdiği egoyla, bakmaya geldi. Ben gün boyu saate kadar telefonu neden açmadığını soracak oldum. Cevap bile vermeye tenezzül etmedi. Ertesi gün sabahtan öğlene kadar bir vakit geleceğini söyledi, zorla dokuz buçukta dedirttim.
Annem ustayı beklemek için sabah bizim eve gitti ve usta hiçbir mazereti olmaksızın saat on buçuğu geçe gelmiş. Gelmiş olması bile sevindiriciydi elbette. İstediğimiz gibi fazla krıp dökmeden patlak boruyu bulmuş ve değiştirmiş. Ücret konusunda biraz mızıldanmış ama sonuçta ilk konuştuğumuz ücrete razı olmuş.
İnsan klavye ishali olsunca bir başladı mı bitirmek zor oluyor.
Ustanın mazeretsiz bir saatlik gecikmesi, burnundan kıl aldırmaması, yaptığı işe hiç de azımsanmayacak değeri biçmesi ve her ne olursa olsun tutumundan taviz vermemesi ama işini iyi yapmış olması bana şunu düşündürdü: Aslında mesleklerimiz ne kadar da çok benziyordu! Temelde ikimiz de bozulan, gündelik hayatı sekteye uğratan bir şeyleri düzeltiyorduk. Önemli bir nokta onun malzemesi nesne, bizimkisi canlıydı.
Doktor olmamda etkisi büyük olan anneme (aslında asıl muhattap babam olmalıydı ama o doktor olduğumu göremedi) zamanın birinde, “Bu şöyle bir iş. Gidip bir otobüs durağına oturuyorsun, o gün durağa gelenlere ayırd etmeksizin tek tek derdinin ne olduğunu soruyorsun. Kimin ne derdi varsa dinlemeli ve bir şekilde çözüm bulmalısın ve bunu en az seksen kişiyle yapmalısın,” dediğimde bana “Deli miyim ben?” demişti. Bu verdiğim örnek dahili branşlar içindi. Cerrahiye çevirecek olursak, oto sanayideki bir usta buna cuk oturacaktır.
Bu kadar basit olamaz her şey ama olması zorlanan şekilde de olmaz.
Günümüzde geldiğimiz koşullarda ülkede insanımızın değerinin çeşitli şekillerde ne kadar düştüğünü göz önünde bulundurduğumda işte o kapı “pat” kapanıverdi.
Şimdi baktığımda mesleği bırakırken de o yazıyı yazarken de duygularımın ne kadar canlı olduğunu görüyor, hastalar için bir zamanlar kendimi nasıl paraladığımı hatırlıyorum. Yaklaşım olarak nasıl bir hekim olduğumu soracak olursanız, gerçek hayatımda insan ilişkilerim nasılsa öyleydim. Ne çok sıcak, sıkı fıkı ne de ulaşılmaz buzdağı ama her zaman kiminle ne kadar olması gerekiyorsa o kadar mesafeliydim, tek kaygım vardı: bilmeden bile olsa kimseye zarar vermemek.
Üç buçuk yılda hem ortam hem de ben çok değiştik. En önemlisi ruhumda artık kimsenin canının üzerime zimmetli olmamasının, her gün gerekli gereksiz tartışmalara, diyaloglara girmek zorunda kalmamanın verdiği huzur var. Muhtemelen bu iç rahatlığından olsa gerek, kenarlarda köşelerde kalan üretmeye yönelik yeteneklerim ortaya çıktı.
Geçen hafta iki gün boyu katıldığım bir eğitimde başkalarının çok farklı alanlarda çok güzel ve keyifli işler ortaya çıkardığını, bunların günde seksen hasta görmek ya da ayda yirmi beş ameliyat yapmaktan başka şekilde başarı anlamına geldiğini gördüm ki, hemen hepsini kıskanarak izledim. Toplantı süresince aslında hepimizin tıp fakültesinin havasını ilk solumaya başladığımızda giruslarımıza inceden kazınmaya başlanan egonun, egosu en düşük olanımızda bile nasıl gereksiz yeşerdiğini anladım.
Kendi adıma geldiğim yeri şöyle özetleyebilirim. Şu anda her ne iş yaparsam yapayım, özümde hekimim ve her hekimin, izin verin, en az bir tesisatçı kadar olsun egosu olması gerektiğini düşünüyorum. Kimse bu egoyla karşılaştığında lütfen gocunmasın. Doğru, hayat kurtarmak çok önemli bir iş. Bu işi yapan işe gelindiğinde kutsal payelerle yükseltilip işe gelindiğinde sırtına semer vurulup ağır işçi gibi çalıştırıldığında bedenen olmasa da ruhu çok yoruluyor. Kaldı ki, hekimlerin zaman zaman maruz kaldığı acımasız şiddetten bahsetmiyorum. Bu, toplumsal şiddet ölçümüzdeki artışın, kişilerin birbirlerine karşı kışkırtılmalarının bir uzantısı. Diğer taraftan da hekimlerin kapalı bir dünyaları olduğunu hekimler kendileri kabul etmeliler. Oysa o dünyanın dışında gerçekten etkileyici ve önemli işler yapan, yaptıkları işin karşısında hem maddi hem de manevi gerçek tatmini bulan insanlar var. İşte hekim egosu bu insanlarınkini de geçmemeli. Her şeyin makulü iyidir.
Öyle yani…
Doktorlar ve diğer sağlık personelleriyle çalışan biri olarak doktorluğun çok “bıçak sırtı” bir meslek olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde doktorların her iki ucu da yaşadığını görüyor ancak sebeplerini, mekanizmalarını anlayamıyorum. Bu iki uç da beni üzüyor ve kızdırıyor. Birde doktorların kapalı bir dünyaları olduğu tespitinize de katılıyorum. Şahsen daha açık, daha yakın, daha anlaşılır, daha anlayışlı ve daha ulaşılabilir olmalarını isterdim. Tabi ki istisnalar kaideyi bozmaz. Aslında bir düşüncem daha var ancak paylaşıp paylaşmamak konusunda kararsızım. Konuyla ilgili gelebilecek yorumlara ve cevaplarınıza göre şekillenecek.
Doktorların kapalı bir topluluk olmasından ben biraz daha farklı bir şeyler kastetmiştim. Genelde sosyal yaşantıları zayıftır, doktor eş seçerler, yakın arkadaşları doktordur filan filan. Doktorların yaklaşımlarının karşısındaki insanla birebir çalışan herhangi bir meslek grubundan daha farklı olması gerekliliği benim için anlaması zor bir konu ama kimsenin kimseye herhangi bir durumda kötü davranış ve tutum sergilemesini de hiçbir zaman tasvip etmedim.
Soruları alayım 🙂
Yani aslında soru değil de, genellikle bu “ego” konusunda bazen “doz”un biraz fazla aşıldığını düşünüyorum. Elbet sözüm meclisten dışarı 🙂 Ancak genelde “en önemli işi hep onlar yapıyor”, “en mühim şahsiyet her zaman onlar” durumu söz konusu malesef 🙂 Umarım sizi kızdırmamışımdır?
Aslında tam da onu anlatmak istemiştim, yani sadece işlerini yaptıklarını ve yine sadece işini yapan ve işleri hayat kurtarmak olmayan insanlarında hiç de yabana atılmayacak şeyler yaptıklarını… ama diğer taraftan bakıldığında da doktorlara malzemeleri sırf insan olduğu için bir taraftan kutsal anlam yüklenip bir taraftan da işini yapıyor diyerek yapılan işin sıfıra indirgenmemesi gerektiğini. Biraz karışık oldu ama anlatabildiimi umuyorum.
Bizim sülalede meslek grupları ikiye ayrılır,doktorlar ve öğretmenler… Bir araya geldiğimizde iki grupta tek şikayetleri bakıyorum da insan ilişkileri…Mesleklerinin yoruculuğundan söz etmezler hiç… Biz insanlar birbirimizi ne kadar yoruyoruz,onları dinlerken daha iyi anlıyorum.
Bu arada İspanya seyehatini okudum, o balık lokantası bana iftar yemeklerinde Kanaat lokantasını hatırlattı… Sen yemek yerken yanında aç insanlar bekler.
Size sonuna kadar katıldığım bu yazıyı yani sayfanızı izniniz olursa blogumda ve sosyal medyada paylaşmak isterim.
Elbette paylaşabilirsiniz.
“””Bazen annem, hastaneyi ve hastaları özleyip özlemediğimi sorar. “””
—-
“””Doktor olmamda etkisi büyük olan anneme (aslında asıl muhattap olmalıydı ama o doktor olduğumu göremedi)……””””
Nasıl yani?
Asıl muhattap “babam” olmalıdı denmiş ya 😉
Benim evlenmeyi düsündügüm eski kız arkadasım doktordu.Bu ego malesef cok Üzücü..Egonun mantıklı olan sınırlarını aşan her dozdaki versiyonu gibi.. Sadece kendi egosu değil etrafından da pompalan bir ego söz konusu…Sonucta cok sevdigim kadından ayrı kalmak durumunda kaldım..çok büyük bir sevgi acıya dönüştü..Benim annem de doktor oldugu için ve çoçoukluğum hastanelerde nöbetlerde gectigi için , ve ayrıca annemim egodan uzak (ya da asil bir dozda varla yok arası bir ego )karakteriyle ben sevgilimin bu egosuna bir türlü anlam veremedim.. Ayrıca iki teyzem de doktor …onlarda da boyle bir ego görmedim..Sadece bu mesleğin zorluklarından sık sık yakınırken gördüm teyzelerimi…Elbette ozveri gosterilmesi gereken bir iş..Ama kimse size doktor olun diye silah dayamıyor…Sonucta maaşınızı ve yaptıgınız işin karsılıgını alıyorsunuz…Para almadan muhtac durumdaki insanlara bakan bir doktorun zaten egosu olmaz…olacaksa da onun olsun ..Bu mesleği ego tatmini için secmemeli, insanlara yardıma bir vesile olmak icin secmeli..Belki de yeni nesil doktorlarda bu ego daha yaygın…İnsanlar bir gün bu dünyanın sona ereceğini unutmamalı … Bu dünyada da bir çok sahip olunan şeyin her an elimizden çıkabileceğini de..bir insanın Yaptıgı işe saygı beklemesini gercekten anlarım…ama kendisini bulunmaz hint kumaşı, üstün ve özel insan gibi görmek aslında kalıcı bir körlüğe sürüklüyor insanı…bu körlük sadece daha fazla egoya yol acıyor…daha fazla egoda bu bakar görmezliği daha da derinleştiriyor..Sanırım bu karakterde biitiyor..cocuklarımızı nasıl yetistirirsek oyle nesillerle karsılasıyoruz..
Konu dısı olacak ama…Aynı şey edinilem mal mülk ünvan araba ev vs için de gecerli…istediginiz marka arabaya binin…sonucta o yeşil arabaya da bineceksiniz..ve markası umurunuzda bile olmayacak.. Geriye bakınca bu dünyada doğru ve yararlı işler bırakıp bırakmamanın asıl onemli kriter oldugu analasılacak…Yaptıgınız seylerin size sagladıgı prestij en son durakta yanınızda olmayacak..Ama size çaresizce gelen insanları kırmadan onlara yaptıgınız yardımlar olacak yanı basınızda…
Herkese kabul edilebilir ölçüde ,onurumuzu ve dogruları korumaktan ileri gitmeyecek dozda bir ego diliyorum..