Etiketler
AZ daha mı iyiydi ki?, Deney, hadi yapmayı bunda gücenecek bir şey yok, Hakan Günday, intihal suç olmazsa, körlük
Genelde okuduğum kitaplar için hemen yazmak isterim ve sıcağı sıcağına yazarım. Yine de içimde hep bir kuşku kalır, az aklımda dinlendirse miydim, diye.
Bazen de bile isteye beklerim… ki, bu daha nadirdir. Beklememdeki sebep kitabın beni zorlamasından değildir de çoğunlukla kelimelerimin daha ılımlı olması, okunduğunda sevenlerini incitmemesi için daha titizlenmemdir. Sıradan bir okurun yazacaklarını önemseyecek yazarlar da elbette olacaktır ancak mantık olarak rafa çıkmış bir kitabın yazarı için eksiksiz ve neredeyse kusursuz olduğu varsayıldığından yazılanlar yazarın muhtemelen çok da umurunda olmayacaktır.
Elimden geldiğince objektif ifade etmeye çalışacağım. Yine de bundan sonrasında yazacaklarım bazı fanatik okuyucuların hoşuna gitmeyebilir.
Hakan Günday’ın adı uzun zamandır edebiyatımızda önemli bir yer teşkil etmekte olsa da ben kendisini “Az” çıkarken fark ettim. “Az” ile birlikte kopan gümbürtü hiç de gözardı edilecek gibi değildi.
Bir yazarı hiç okumadıysam ilk eserinden başlayıp okumayı tercih ederim. Bu sebeple bir Az değil de Kinyas ve Kayra edindim. Okuma listem hiç kısalmadığı için bir türlü kısmet olmadı ve ben daha ne Kinyas ve Kayra ne de Az’ı henüz okuyamamışken “Daha” arz-ı endam eyledi. Bu sefer auranın dışında kalmamak için “bir yazarı son eseriyle okumaya başlamak” da fena fikir değil diyerek Daha’yı elime aldım.
Hep Hakan Günday’ın havalı bir yazar olduğunu düşünürdüm. Havalı, her ne kadar bizim çocukluğumuzdan kalan bir terim olsa da yıllar içinde onun yerine daha uygun ve kullanışlıları türedi ya da İngilizce’den alınarak sık kullanım sonucunda dilimize yerleştirildi. Aslına bakacak olduğumuzda Hakan Günday’ın yazdıklarına, üslubuna tam karşılık gelen kelime “cool” olacaktır.
Daha’yı okuduktan sonra cool olduğu konusundaki düşüncem perçinlendi hatta derecesinin düşündüğümden de fazla olduğundan eminim. Bu durum bazı okurların hoşuna gidebilir ancak benim için oldukça rahatsız ediciydi.
Cool olmanın bendeki karşılığı, kitleden uzak durmak, olduğundan farklı bir kostümle orada bir yerde durmak ve olası eksikliklerin ya da olumsuz fazlalıklarının fark edilmemesi için abartılı jest, mimik ve davranışlar sergilemektir. Birileri bu tavıra muhakkak hayran olacaktır ve hayranların sayısının birbirleriyle temas ettikçe bölünerek çoğalan organizmalar gibi hızla artması kaçınılmazdır.
Daha’yı okurken en az üç kere çok sıkıldığım için bırakmak istedim. İki kere de kitabın neredeyse omurgasını oluşturan iki önemli olayda (hangardaki depo deneyi ve kaza sonrasında çukurdayken Gazâ’nın hiçbir şey göremediği ve etrafındaki cesetlerle geçirdiği zaman dilimi) başka eserlerden ciddi esinlenmeler, bir adım ileri gitmekten çekinmeyeceğim, apartma olması yüzünden.
Hakan Günday’ın kendisinin de dile getirdiği gibi Céline ‘in üzerindeki etkisi tartışılmaz. Kimde ne tür bir etki bırakacağını, rahatsız olanlar olabileceğini umursamaması ve bundan beslenerek eserini ortaya koyması üslubunun belki de en belirleyici özelliğini oluşturuyor. Olayları tüm çıplaklığı ile nasıl yaşanmış olabilecekse, hiçbir şeyden çekinmeksizin anlatıyor. Ancak, Hakan Günday’ın anlattıkları Céline’in özellikle de Gecenin Sonuna Yolculuk ’ta anlattıklarından önemli bir farkla ayrılıyor. Céline’in anlatısına büyük oranda özyaşamsal motifler rehberlik ettiği için okur bir an için bile sahiciliklerinden endişe duymuyor. Oysa Hakan Günday’ın anlatısı kurgusal. Kurgusal olması kadar doğal bir şey de yok zaten ancak olağandışı olan Céline’in yaşamöyküsünün kurgusalla yarışacak nitelikte olması. Sorun bence yazarın anlatısı içinde kendi anlattıklarından büyülenerek zenginleştirmek için ayrıntılara boğduğu kısımlarda kontrolü kaybetmesine bağlı olarak sahicilikten uzaklaşmasından kaynaklanıyor.
Elime kitabı alıp sayfaları çevirirken beni rahatsız eden önemli bir nokta da politik, coğrafik ya da bilmem hangi konuda zaman zaman ortaya çıkan monologlar. Monologların sahibi kesinlikle baş kahraman değil çünkü bazı yerlerde onunmuş gibiyse de genelde kopup gidiyor, roman içinde mevcut olmayan bir varlığın konuşmasına dönüşüyor. Bu aşamada yazarın anlatıya gölgesi düşüyor ki, anlatıda kendini göstermeye hevesli yazarlardan hiç ama hiç hazzetmem.
Madem aşırı esinlenme gibi bir iddiada bulundum, bunu temellendirmem gerekir.
Hakan Günday fanatiklerini üzmek istemem ancak hangardaki depoda Gazâ’nın kaçaklar üzerindeki yaptığı deney çok eskiden ne yazık ki gerçekten yapılmıştı (Stanford prison experiment) ve bunu da Mario Giordano kitaplaştırmış, hatta üstüne sinema filmi de yapılmıştı. İkinci esinlenme ise Jose Saramoga’nın Körlük’ünden olup deney kadar aşikâr olmasa da yakın zamanda yapılmış okumalar sözkonusu olduğunda gözden kaçacak gibi değil.
Bir süre önce intihalin suç kapsamından çıkarılmış olduğu düşünüldüğünde ve bu konu hakkında kitap çıktıktan sonra bunca zaman geçmesine karşın tek kelâm edilmediğine göre sorun yok demektir. Yine de ben yazarın yerinde olsam benzer durumlar başka yazarlar için sözkonusu olduğunda onca yaygara koparılırken kimsenin bu durumu umursamamasından ötürü gocunur, bazı şeyleri eksik yapmış olma duygusuna kapılırdım.
Kitapta beğendiğim şeyler de vardı elbette. Biri Gazâ’nın kaçak kıza olan aşkının anlatıldığı kısım, diğeri ise Dordor – Harmin ikilisi idi. Dordor ve Harmin de bende bir aşinalık hissi uyandırdı ama fazla üstünde durmadım.
Gazâ, baş kahramanımız, kesinlikle üstünde düşünülmüş, emek harcanmış, iyi yapılandırılmış bir karakter ancak gerçeküstü özellikler de barındırmıyor değil. İçinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında sadece zeki olmanın yetmeyeceği kadar başarılı olması olası olmaktan ne kadar uzaksa başarısını hazmedemeyişi, bir adım daha ileri gidebilme kapasitesinden yoksun oluşu o kadar gerçekçi.
Bu yazı uzar da uzar ama bence bu kadarı kâfi. Bitirmeden önce çok daha çarpıcı bir son beklemiş olduğumu mevcut sonu Gazâ’ya yakıştıramadığımı da söyleyeyim, içimde hiçbir şey kalmasın.
Hakan Günday’ı sevenlerine bırakıyor, elimdeki okunmamış Kinyas ve Kayra’yı okunacakların alt sıralarından birine yerleştiriyor ve bir gün uluslararası alanda kendisini görecek olursam yazdıklarımın üstünden bir kere daha geçmeyi temenni ediyorum.
Öyle yani…