Bugün size tesadüfen tanıştığım bir kadından bahsederek başlamak istiyorum.
Flora Tristan’la bir kitabın sayfaları arasında karşılaştım. Daha önce hiç Mario Vargas Llosa kitabı okumamıştım, dahası 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almazdan evvel yazarın adını bile duymamıştım. Atasözü ne der, bilirsiniz… Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
Okumadığım yazarları genelde ilk kitaptan okumaya başlıyor olsam da Saramago, Morrison gibi tescilli olanlarda kitaplarından herhangi birini okuma lüksümü kullanıyorum.
Cennet Başka Yerde’yi sipariş ederken ne düşündüğümü hatırlamıyorum. Adı hoşuma gitti, galiba. İçinden Paul Gaugin çıkması başalıbaşına sürprizdi benim için çünkü yıllar evvel Somerset Maugham’ın Paul Gaugin’den esinlenerek Charles Strickland adlı bir ressamı anlattığı Ay ve Altı Para isimli kitabı çok severek okumuştum. Demek, Gaugin’le yine beraberdik, hem de yıllar sonra…
Kitap hakkında bitirdikten sonra ayrıntılı yazacağım ama Flora’yı size anlatmak için bekleyemedim. Flora Tristan Paul Gaugin’in annneannesi. Cennet Başka Yerde’de her ikisinin hayatlarının son dönemleri dönüşümlü olarak anlatılırken aslında iki ayrı kişinin biyografisi kağıda dökülüyor.
Flora Tristan günümüz koşullarına göre oldukça erken bir yaşta, 41 yaşında ölmüş. Flora, sosyalist yazar ve aktivist olarak tanımlanıyor. En önemli özelliği de feminizmin kurucularından olması.
Flora, 1803 yılında, yani Fransız Devrimi’nden sadece 24 yıl sonra Paris’te doğmuş. Flora’nın babası Perulu, oldukça varlıklı bir aileye mensup, öyle ki erkek kardeşi (Flora’nın amcası) Peru Genel Valisi. Flora’nın babası, Fransız olan annesi ile İspanya’nın Bilbao şehrinde karşır, aşık olurlar ve Paris’te birlikte yaşamaya başlarlar. Flora beş yaşındayken babası ölür. Babası ile annesi resmen evli olmadıklarından annesi ve Flora için hayat bir anda tepetaklak olur. O zamana kadar varlık, refah içinde oldukça yüksek standartlarda hayat yaşarken mirastan hak iddia edememeleri yüzünden sefaletin içine yuvarlanırlar.
Flora küçük yaşta taş baskı atölyelerinde çalışmak zorunda kalır ve bir atölye sahibi ile 18 yaşını doldurmasına 2 ay kala annesinin de baskısı ile evlenir. Anne gayrimeşru çocuk olduğunu Flora’ya hatırlatarak, bir talibinin çıkmasının ne büyük bir lütuf olduğunu söyler.
Flora’nın evliliğinin ona mutluluk getirmediğini tahmin etmek zor değil. Bir evi vardır, belki kursağına gidecek üç beş lokmanın derdine düşmek zorunda kalmaz ama Flora bu hayatın ruhuna aykırı olduğunun çok farkındadır. Dört yıllık evliliğinde üç çocuk doğurur. Üçüncü doğumundan sonra yeni doğan bebeğini de yanına alarak çalışıp kendi ekmeğini kazanmak üzere kocasını terk eder.
O dönemde Flora’yı en çok kahreden şey eğitimsizliği ve cehaletidir. Charles Fournier’in öğretisiyle tanışınca hayatı değişir ve bilgi eksikliklerini tamamlamak için azami çaba sarfeder. Bir taraftan geçici işlerde çalışırken diğer taraftan kocasının takibinden kurtulmak için sürekli yer değiştirir çünkü o dönemde Fransa’da bir kadının kocasını terk etmesi hapse atılması için gayet makul bir sebeptir. Bu kaç – göçler sırasında yanında sürüklediği kızını bir çiftlik sahibinin hanımına, çocuğun bakımını üstlenebileceğini söylemesi üzerine, brıakmak zorunda kalır.
Flora’nın düşünsel gelişimi Fournier’in savlarında eksiklikler olduğunu göremesine ve kendisinin Emekçi Birliği adını verdiği oluşumu kurmasına yol açar. Dağınık halde bulunan işçilerin haklarını elde etmek için birleşmeye ihtiyaçları olduğunu ancak bunun için kadınların özgürlüklerine kavuşmaları gerektiğini öne sürer. Devrim sonrasında kadınlar hâlâ insan haklarına sahip olmaktan çok uzaktadır. Flora argümanlarını kurarken özellikle erkeklerin kadınların özgürleşmesinden elde edecekleri faydaları vurgular.Böylelikle kendisinden önceki sosyalistlerin yapamadığını erkek egosunu beslemek suretiyle gerçekleştirir.
Fikirlerini anlatmak için Flora neredeyse tüm Fransa’yı kasaba kasaba dolaşır, küçük işçi gruplarıyla toplantılar yapar, geçtiği her yerleşim biriminde ardında kendisinin temelini attığı oluşumu devam ettirecek birkaç kişi bırakır.
Kırk bir yaşında, 1844 yılında öldükten sonra adı ilk feminist olarak anılacaktır.
Bunları neden anlattım? Okuyan, yazan, çalışan, bir anne, bir eş olarak bu ülkede ağırıma giden çok şey var. Siyasette olanlarla artık ilgilenmiyorum, elimde olmadan izlediğimde ya da okuduğumda sanki bir parodiyle kaşı karşıyaymışım gibime geliyor. Yeteneksiz bir yazarın elinden çıkma metni oynamaya çalışan, hiçbiri sahneye yakışmayan oyuncuları izlediğim hissine kapılıyorum.
Bir şey var ki… Tahammül edilir gibi değil. Çocukken evlendirilen, henüz bir oyuncak bebekle oynamaya fırsatı hiç olmamışken kendi bebeğini kucağına alan ve sonra yok namustu, şuydu buydu diye sudan sebeplerle canına kıyan veya kıyılan, pedofil babaların (muhtemelen anneleri de çocuk yaşta babalarıyla evlendirilmişlerdir) pedofili kurbanı kızları için hiçbir siyaset üretmeyen, sesini çıkarmayan ama hamile kadınların aktif cinsel hayatları olduğunu büyümüş karnına baktığında düşünebilecek kadar ahlaktan yoksun insanların varlığına göz yumanların yönettiği bir ülkede yaşıyor olmak ve buraya bunları yazmaktan başka bir şey yapamamak fazlasıyla acı verici.
Güldünya, Kader, Melek ve niceleri… Vebaliniz hepimizin boynunadır ama en çok size bunu yapan en yakınlarınızın cehaletinden beslenmeye devam edenlerindir.
Nasıl olur, mümkün müdür bilemiyorum ama belki de köy köy dolaşmalı ve anlayıp anlamayacakları umursamadan özellikle de o bölgedeki kadınlara bunun yanlışlığını anlatmalı. Bundan 170 yıl sonra Flora yapabildiyse… şimdi neden olmasın?
Öyle yani…