Bazen hayat kişiye uymaz, büyük ya da küçük gelir. Nadiren üstüne biçilmiş, iyi usta terzinin elinden çıkmış gibi cuk oturur.
Hayat giysisi küçükse omuzlar öne düşürülür, birbirlerine yaklaştırılır, kambur çıkar, baş aşağıya doğru istemsiz de olsa çekilir, tam karşıya bakmak artık pek de mümkün değildir, kaş kavsi görme alanına girdiğinden alttan yukarı doğru bakmak zorunlu olur. İleri doğru hamle yapmak güçtür, adımlar tereddütlüdür.
Tam tersinde daha rahat bir durum olmaz. Hayat sanki sürekli omuzlardan aşağı kayar gider gibidir. İstemsiz olarak, omuzlar hayatı tutmak istercesine aralıklı kalkar, onun bu hareketine bu sefer kollar da eşlik eder, dirsekten hafif öne ve yukarı doğru kıvrılır. Yürürken adımlar geniş ve güvensiz atılır. Uzaktan bakıldığında heybetli biri geliyor gibi görünse de gelen en ufak engelde yere kapaklanabilir.
Bir zaman sonra her iki şekilde de durum yadsınabilir ve kabullenişe bağlı olarak görece bir mutluluk mümkün olur. Diğer taraftan dar giysi kabullenilmez ve yırtılıp içinden çıkmak ya da bol giysi sıyrılıp atılmak istenebilir. Cesarete tabidir.
İzlandalı Christian Benediktsson genç bir garsonken bir tüccarın kızı olan Elisabeth ile tanışır, kısa zamanda evlenirler. Kristjan kayınpederinin kötüye gitmekte olan işlerini devralır, durumu düzeltir. Karısıyla birbirlerini çok seviyor olmalarına, üstüne dört çocuklarının doğmasına karşın daha en başında birlikte yok saymaya çalıştıkları aralarındaki o boşluk Hristjan’ın bi iş adamı olarak kendini ispat etmesine karşın bir türlü kapanmaz. Kristjan’ın içinde hep bir gitmek arzusu vardır. Başta bunu ticari gereksinimlerden ötürü İzlanda’dan Amerika’ya yaptığı seyahatlerle gidermeye çalışır. Birinci Dünya Savaşı zamanında Avrupa’da ticaret durunca bu seyahatler en az üç ay sürer. Bir seferinde Kristjan Amerika’ya gider ama evine geri dönmez. Kendince önemli bir sebebi vardır. Sonunda Hollywood yıldızı sevgilisi olan Amerikalı medya patronu Hearst’ün uşağı olarak yaşamaya başladıktan sonra Kristjan’ın ruhu kısmen de olsa huzur bulur. Artık olması gerektiği gibidir, bir uşaktır ama mükemmel bir uşaktır söz konusu olan. Bu dünyada hiçbir ruhun yaşayan bir canlı olarak hayatını sürdüğü süre içinde kesintisiz huzura layık olmadığını sanırım takdir edersiniz… Kristjan her ne kadar karısını ve çocuklarını yıllar önce bambaşka bir hayatın içinde bırakmış olmasına karşın duyduğu suçluluk yüzünden unutamaz ve karısı Elizabet’e hiç göndermediği mektuplar yazar ve bunları bir ayakkabı kutusunda biriktirr. Günleri tekdüze devam ederken beklenmedik bir olay Kristjan için bir kere daha yola düşmeyi zorunlu kılar.
Gitmekle derdi olan iki adama dair üstüste iki kitap okudum. Biri Dünya Ağrısı’nın Mürşit’i idi, diğeri ise Kristjan, yani Christian… ikisi biraraya gelsinler çok isterdim.
Olaf Olafsson tesadüfen denk geldiğim yazarlardan birisi ama bir yerlerden mutlaka bir aşinalığım olmalı… Geceye Yürümek’e dair mutlaka belirtmem gerekn bir şey var. Anlatıcı sabit değil, yani klasik bildiğimiz üçüncü tekil veya birinci tekil anlatıcı yok, hatta son zamanlarda örneğine daha sık rastlamaya başladığımız ikinci tekil kişi de değil. Üçüncü ve birincil tekil kişiler hikayeyi anlatıyorlar ve yazar bunu öyle güzel yapış ki geçişlerde okur hiçbir aksaklık hissetmiyor ya da tökezlemiyor. Böyle olunca, hikaye farklı ağızlardan anlatıldığında tekdüze olma ihtimali varsa da ortadan kalkıyor ve zenginleşiyor. Üstüme vazife değil ancak bir öneri olarak kabul edilirse “yaratıcı okumak” derslerinde mutlaka yer verilmesi gerektiğini düşünüyorum. O hepimizin sevdiği klasiklerin tadını taşıyor olması da önemli bir ayrıntı. Keşke diğer kitapları da Restoration, Absolution ve The Journey Home da dilimize çevrilse ve okusak.
Öyle yani…