Etiketler
çarklar, maden kazası, madencilikle ilgili bilgilerimizi tazeleyelim, sistemin kokuşmuşluğu
Gün geçmiyor ki, kedimizle hiç ilgisi olmayan bir uzmanlık alanına ilişkin ayrıntılar içinde boğulmayalım. Şimdi de madencilik alanında toplum olarak kültürümüzü genişletiyoruz. Buna orta okul coğrafya bilgilerimizi tazeliyerek başladık. Arkası da hızla geldi zaten. Eski bilgilere googlelananlar, yapılan açıklamalardan yapılanlar eklendikçe dağarcığımız zenginleşiyor.
Taş kömürü nedir, linyit kömürü nedir? Zonguldak’taki madenlerin yapısı nasıldır, Soma bölgesindekilerin nasıldır, aradaki farklar nelerdir? Özelleştirmeler sonrasında ülkemizde maden işletmeciliği nasıl bir değişim geçirmiştir? Rödovans nedir? Kömür üretim maliyetleri düşerken bundan kimler kazançlı çıkmaktadır? Taşeron, ekip başı kime denir? Bir ekip kaç kişiden oluşur? Bir maden işçisi ayda ne kadar, ekip başı ne kadar kazanır? Prim sisteminin işçiye sağladığı artılar eksiler nelerdir? Karbon monoksit seviyeleri hangi aralıklarla ölçülmelidir? CO seviyesinin kiritik eşiği nedir? Hangi gaz maskesi kaç paradır, işlevsellikleri nedir? Yaşam odası zorunlu mudur? Yaşam Odası nasıl bir yerdir? Kazadan sağ kurtulan maden işçisi bir daha madene inmeyecek de peki ne yapacaktır?
Ben yukarıdaki sorular içinde en çok “rödovans nedir” ilgimi çekti. Her ne kadar çağrışım yaptırsa da “reverans” ile ilgisi yok bu kelimenin. Benim anladığım şudur: Bir özel işletme devletten madeni işletme yetkisi alıyor ve tabii devlete çıkacak madenin ton karşılığı ödenecek bedel belirleniyor. Sonra da bu ruhsat sahibi iznini başkasına devrediyor ve bunun için de 3. Kişiden kendisi pay alıyor. Devlet madeni kendi işletse kömürün tonunu 120 dolara malediyorsa, özel işletme devlete bunu 100 dolara veriyor, rödovansı alan da kendisi 40 a mal ediyor, özel işletmeye 80 dolar veriyor… Bedeller tamamen benim kafadan atmasyon. Rödovans yapılan 3. Kişiler de işçiyi prim usulü çalıştırıyor yani işçi ne kadar çok çalışırsa o kadar çok kazanıyor. Tabii bir de arada bu işçilerin ekip başları var, onlar da aradan kazançlarını alıyorlar.
Ay, valla benim içim şişti!
Nihayetinde kendi mesleğini işte tam da bu yüzden, devletin yaptığı sistem değişikliğinin dayatmasına bağlı olarak, para uğruna köleleştiren, ne kadar çalışırsan o kadar çok kazanırsın, bu arada senin ruh sağlığın, beden sağlığın kötüymüş iyiymiş önemli değil, verdiğin hizmetin kalitesi de önemli değil yeter ki sayılara bakalım, şu zamandan bu zamana ahanda şu kadar artmış diyebilsinlere tahammül edemediği için bırakmış, bir süredir iş günlerini plazalardan birinde geçiren bildiğin beyaz yakalı dediklerindenim. Şimdi geriye dönüp baktığımda sağlıktaki o öve öve bitirelemeyen sistem değişikliğnin de insanın nasıl kendi kendisinin taşeronu haline getirmiş olduğunu görüyorum. Aslında hangi alanda emek harcadığınızın artık çok da önemi yok, nereye baksak durumun ana yapısı değişmiyor.
Ben olaya bir açıklık getireyim, doğrudur, zayiat bu işin fıtratında var. İlla ki… ama kazanın değil, herkesi paragöz yapan sistem değişimin fıtratı budur… beğenen alır almaz, diye bir şey de söz konusu değildir. Zenginler doymadıkça ve yoksullar aç kaldıkça, insanlara insan gibi yaşamak değil de daha çok para kazanmak hedef gösterildikçe yağlanan sistemin çarkları daha bir ışıldayarak dönecek ve elbette zaman zaman birileri arada kalacak ve zayi olacaktır.
Öyle yani…