Etiketler
gönül eğlencesi, Italo Svevo, James Joyce, klasikler candır, Leopold Bloom
Son zamanlarda okur olarak klasiklere daha bir ihtiyaç duyduğum için bu sefer durağım Svevo oldu.
Svevo talihi pek yaver gitmeyen yazarlardan yani, genel sanatçı kaderini paylaşıyor. Genç yaşlarda yazmaya başlıyor, ilk romanını (Yaşlılık) yirmi yedi yaşında kendisi bastırıyor ama doğru dürüst kimse tarafından fark edilmiyor. Sonrasında yazmaya küsüyor, iş – güç, aile derken altmışlı yaşlarına geliyor ve James Joyce’un yazdıkları hakkında yaptığı olumlu eleştiriler bir anda yazar olarak akıbetini belirliyor. Yine yazarın kendisinin bastırdığı ancak görmezden gelinen Zeno’nun Bilinci, Joyce’un aracılığı ile Paris’te basılınca Svevo bir anda parlıyor. Hatta, denildiğine göre Joyce Ulysses’de Leopold Bloom’a Svevo’yu model alıyor.
Yaşlılık’ta otuz beş yaşındaki bir adamın (Emilio), bir genç kadına (Angiolina) olan aşkı anlatılıyor. Bu ikisinden başka iki karakter daha var. Amalia, Emilio’nun birlikte yaşadığı kız kardeşi ve Balli, Emilio’nun heykeltıraş arkadaşı. Kitap, Emilio’nun Angiolina’ya niyetini söylemesi ile okurda öncesine dair ciddi bir eksiklik duygusu hissettirerek başlıyor. Emilio ve Angiolina’nın hangi koşullarda, nasıl karşılaştıklarına dair herhangi bir ipucu verilmiyor. Sadece Emilio’nun Angiolina ile hoş vakit geçirmek, gönül eğlendirmek istediğini, başka ciddi bir niyetinin olmadığını biliyoruz. Angiolina, Emilio’nun açık açık dile getirdiği bu ilişki talebini itirazsız kabul ediyor ve o da aslında Emilio’ya hiçbir vaadde bulunmuyor. Okur olarak baş kişi olan Emilio ile bütünleşmek mümkün olmuyor ve aksine yazar okuru sahneyi tüm netliği ile görebileceği, her karaktere aynı mesafede duracağı bir yere oturtuyor. Öyle ki, hikaye ilerledikçe okur konumunda ötürü ne Angiolina’ya sinirlenebiliyor ne de Emilio için üzülebiliyor.
Emilio, Angiolina ile olan ilişkisine her ne kadar durağan hayatını renklendirmek ve canı istediğince sürdürüp sıkıldığında bitirmek için başladıysa da giderek bir batağın içine gömüldüğünü fark etmiyor. Angiolina kendisinden hiçbir şeyi saklamazken giderek körleşiyor öyle ki birlikte yaşadığı kardeşi Amalia’nın günden güne umutsuzluğun içine gömülüşünü, en yakın arkadaşı Balli’nin bazı gerçekleri gözüne sokmak için Angiolina ile yakınlaştığını, birlikte olduğunu ve hatta onun da kıza aşık olduğunu göremiyor.
Yirminci yüzyıl başlarında yazılmış Avrupa romanlarının klasiği değişmiyor ve kapanış trajik bir olayla oluyor. Tabii ki sonrasında kimsenin hayatı olayların başlangıcından önceki haline dönmüyor, ruhlar yaralanıyor, kesikler kabuklanıp ve izler kalıyor. Emilio dönüp baktığında Angiolina ile kısa zaman önce geçirdiği güzel saatleri yaşlı bir adamın gençliğini hatırlamasına benzetiyor.
Kitapla ilgili kendimden iki not: Birincisi, oldukça yavaş bir akışı olan bu hikayenin usta yönetmen elinde, karakterler oya gibi işlenmeye çok müsait olduğu için günümüze adaptasyonunun güzel sinema filmi olacağını düşündüm. İkincisi, Emilio’nun zaman zaman Angiolina’nın annesi ile karşılıklı saatlerce oturupne zaman döneceği belli olmayan Angiolina’yı beklemesi ve bundan tuhaf bir haz duyuyor olması elbette ki, Masumiyet Müzesi’ndeki Kemal’in Füsun’ubeklemelerini aklıma getirdi.
Neticede hep aynı yere geliyorum. Konu birçok açıdan kim bilir şimdiye kadar kaç yazarın elinden geçmiş bir konu olmasına rağmen o önerme doğrulanıyor. Mesele konu değil, konunun nasıl anlatıldığıdır. Ayrıca buçuklu (yan) karakterler oluşturulması açısından da benim için kesinlikle çok öğretici bir keşif oldu.
Yakıcı güneş altında, uzun bir günde sokaklarda ilginç ve yeni bir şeyler bulabilme umudu ile manasız dolaştıktan sonra Yaşlılık’ın, bende eski bir evin gölgeli avlusuna süzülüp tulumbadan akan buz gibi suyu içme etkisi yaptığını, şükür ki yine de okunacak klasikler olduğunu bilmenin okur olarak bana güven duygusunu hissettirdiğini söylemeliyim.
Öyle yani…