Etiketler
gardiyansız bir hayat istiyorum, keşke kafam bir dünya olsa, Masumiyet, sosyal medya sosyalliği, suç
PANOPTİKON / Jenni FAGAN
İnsanlık olarak masumiyetimizi yitireli çok oldu. Artık doğduğumuzda bile masum değiliz, öncemizin suçlarını taşıyoruz.
Bu durumdayken başkalarının suçları konusunda ahkam kesmek olabildiğince anlamsızlaşıyor. Diğer taraftan herkes her şeyini herkesle paylaşırken birilerinin çıkıp kişilik haklarına müdahale, bireysel duruşa saldırı gibi konularda tepinmesi de mantık dışında görünüyor bana.
Panaoptikon için sadece iki kelime kullanacak olursam, “suç ve gözetleme” yi seçerdim.
Birimiz için normal olan diğerimiz için çok anormal olabilir. Bu noktadan baktığımda Panoptikon’un protagonisti Anais bu dünyadaki en masum 15’liklerden biri gibi görünüyor.
Anais ile okur yerleştirildiği son yetim yurdu olan panoptikonda tanışıyor. Panoptikon, binanın özel tasarımının adı. Ortada bir gözetleme kulesi var bina daire şekliyle bu kulenin etrafını sarıyor. Böylelikle içeride barınanlar, ki panoptikon aslında hapishaneler için tasarlanmış, az sayıda gözlemci ile gözlem altında tutulabiliyor, hatta bir tensi bile yeterli oluyor.
Anais bir akıl hastalıkları hastanesinde doğmuş, annesi doğumu takiben intihar etmiş. Böylelikle Anais’in yetimhaneler, koruyucu aileler ile macerası da başlamış. Anais’in çok sevdiği, kendini iyi hisssetmek istediğinde sığındığı bir oyun var, “doğumgünü oyunu”. Doğumgünü oyununda Anais doğumunu yeniden kurguluyor, kendine birer anne – baba, bir şehir, ev, eşyalar seçiyor ve bu hayalle hayatını yaşanabilir kılmaya çalışıyor.
Anais’in suç dosyası oldukça kabarık. yüzün üzerinde suç var ve bu suçların biri diğerinden daha az gözardı edilebilir değil ancak hepsinin Anais’de bir rasyoneli var.
Anais geriye dönüp baktığında kendini görece iyi ve normale yakın hissetiği dönemin Teresa ile birlikte yaşadığı zaman dilimi olduğunu görüyor. Teresa, bir fahişe ancak Anais’e karşı şefkatli ve gerçek anlamda koruyucu. Ne zamanki Anais salonda tv’de çizgi film seyrederken Teresa evinde, küvette öldürülüyor, işte o zaman Anais için dünya değişiyor.
Anais, Panoptikon’a bir polis memurunu komalık etme ihtimali yüzünden getiriliyor. Eğer polis ölürse Anais ıslahevine gönderilecek ve 18 yaşına kadar orada kalacak. Anais doğumu gibi ölümünü de çoktan planlamış ve ıslahevine gidecek olursa intihar etmeye kararlı. Kötü olan şu ki, polis memurunu komalık edip etmediğini kendi de bilmediği için savunmasız durumda. Eylemin yapıldığının iddia edildiği zamanı hatırlayamayacak kadar zom durumda olduğu için Anais yapmadığını söyleyemiyor ve geçmişte o polis kendisine kötü muamele yapmış olduğu için de bir tarafı yapmış olma olasılığını kaçınılmaz olarak onaylıyor. Zaten Anais’in dosyası da suçu işlemiş olma ihtimalinin en kuvvetli destekçisi.
Panoptikon’da kendisi gibi dosyaları hiç de ince olmayan başka gençler, çocuklarla biraraya geliyor ve belki de kaderleri aralarına el çabukluğu ile düğümler atıveriyor. Mesela annesi babası tarafından evlerinde pazarlanan, babasının kullandığı iğne ile uyuşturucu kullandıktan sonra babasından HIV bulaşan ve küçücük yaşında hamile kalıp virüsü ikiz bebeklerine geçiren, sürekli kendisini kesen Isla’nın durumu da hiç iyi değil. Shortie, Tash, John, Brian… bunların hepsi kendi hikayesi olan Panoptikon sakinleri olan Anais’in yeni arkadaşları. Bu çocuklar sistemin nasıl çökmüş olduğunu ve bizim çoktan o yığın altında kaldığımızı, o yığın altındayken her şey çok normalmiş gibi hareket edebilmemizin asıl bizi nasıl ucubeleştirdiğini gösterip bizimle dalga geçerken aslında bir modern zaman ağıtı yakıyorlar.
Panoptikon, Jenni Fagan’ın ilk romanıynmış. Genç bir yazar ve belli ki kitapta anlatılan hayatlara hiç de uzak değil. Panoptikon’un kulesindeki gözetmenin de en az orada olmak zorunda olanlar kadar tutsak olduğunun farkında ve okuru maharetli bir şekilde o kuleye yerleştirmeyi başarıyor. Bundan sonraki işlerini takip etmek için okurda fazlasıyla ilgi uyandırıyor.
Kitabın başında Anais’den bir alıntıyla bitireyim.
İnsanları bir türlü anlayamıyorum; her zaman izlenmek, göze çarpmak istiyorlar. İnternete fotoğraflarını yükleyip hoşlanmadıkları insanların onlara bakmasına müsade ediyorlar! Hiç tanışmadıkları insanların da bakmalarına izin veriyorlar ve olduklarından daha ışıltılı görünmeye çalışıyorlar, hatta bazıları dört siteye birden fotoğraflarını yüklüyor; iş yerinde patronları, otobüslerde, trenlerde, Boots’da, hatta esnaf lokantalarının dışında bile kameralar tarafından izleniyorlar. Sonra, bakıp kimi izleyebileceklerine karar vermek ve kimlerin onları izlediklerini kontrol etmek için eve girdiklerinde dahi internete giriyorlar!
Tuhaf değil mi bu?
Tuhaf, elbette tuhaf bile yetersiz.
Nihayetinde kendi halinde yaşamlarımızda bilip bilmeden her gün bir sürü suça karışıyoruz, şimdilik sistem bize bir şeye yapmıyor ancak zaten olan oldu ve çoktan hepimiz kendimizin gardiyanı olduk. Geçmiş olsun.
Panoptikon okunmaya değer, Jenni Fagan’la tanışmak güzel.
Öyle yani…
FAGAN’ı ilk defa duydum, kitapta hiç gözüme çarpmamıştı. Anais’ten yaptığınız alıntı beni etkiledi. En kısa sürede alıp okuyacağım inşallah.
Ben de duymamıştım FAGAN’ı. Ayrıca PAnoptikon film oluyormuş 🙂 Gözetlenme bağımlılığı hakkında değişik bir bakış açısı getirmiş. Umarım seversiniz.