Etiketler

, , , , , ,


Bu yıla bir yazı ile veda etmek istedim. Zaten blog boynu bükük nicedir, seneyi bari boş kapatmamalıyım diye düşündüm.

Uzun zamandır yazmayı ertelediklerim var. Öyle çok biriktiler ki… Zamanı vardır diye bekliyorum. Çünkü yazmak zorlamakla olacak bir şey değil. Doğru, bir disiplin mutlaka gerekli ancak sanırım disiplini en çok istek kamçılıyor. Geride kalan son altı ayda yazmaktan başka bir macerada bunu anlamış oldum. Neredeyse  tuvalete  bile arabayla gidecek olan, ofiste “mutfak uzak çay almak için git gel yapmak zor,” diyerek termos alan ve en az iki saatlik çayı peşin alıp olası yürüme ihtimalini ortadan kaldıran ben, eğer spora gitmemişsem ya da gün içinde karşılığı olmasa bile yeteri fiziksel aktiviteyi gerçekleştirmemişsem gece yatağa huzursuz giriyorsam bu konuda gösterdiğim disiplinde isteğin payı büyüktür. Yazmaktan uzaklaştığım gibi  bir gün bundan da uzaklaşırsam? Olabilir. Hayatta her şey ihtimaller dahilinde. Nasıl ki bir zamanlar tükettiğim alkol miktarını azaltacağım, zayıflayacağım ve yemek yeme bağımlılığımı kıracağım ama zamanı var diyordum, bu da öyle. Zamanı var. Bir de aslında yazma illa kağıt üzerine kelimelerin geçmesi gereken süreç değil. Aslında o çok kısa ve temsili bir parçası. Esas olan zihinsel evrilme kısmı. Mesela çok uzun zamandır aklımda olan bir hikaye var. Öz, kırılma noktası belli ama bazı yerler bir türlü oturmuyor ve geçenlerde “pıt” bir ampul yandı kafamda. Üç karakter arasında geçsin diye düşündüğüm hikayede sorun cinsiyetlerdeydi, bir erkek ve iki kadın giden hikayede cinsiyetleri değiştirince, bir kadın ve iki erkek yapınca bir anda hikaye yön değiştirdi ve çıkmazda olan yollar silinip giderken uzun zaman önce okuduğum Magda Szabo’nun Katalin Sokağı’nda ve Andre Gide’nin Kadınlar Okulu’nda beni çok etkileyen, kişinin zaman içinde geçirdiği değişimin anlatılabilmesine olanaklı hale geldi.

Neyse… asıl anlatacağım bu değildi, nerden nereye geldi. Umarım vakti gelir, hikaye kağıt üzerinde kelimelere geçer.

Kurgu okumalarım azaldı azalmasına da diğer okumalarda da yavaşım. Acelesizim, diye düşünüyordum ve geçende bir arkadaşımın uyarısı ile önemli bir şey fark ettim. Arkadaşım cep telefonundan bana bir şey okumamı istediğinde ilk hamlede okuyamadığım için telefonu uzaklaştırıp öyle okuduğumu söyledi.

Sonuç olarak yakın, okuma gözlüğü edindim. Demek bunun zamanı gelmiş. Bir haftadır gece yatakta okumaya yeniden başlamış olmamı bu konuda umut verici buluyorum.
image

En son Javier Marias’ın Karasevdalılar’ını okudum. Genel olarak baktığımda en büyük sorun dildi. Belli ki, yazım dili olan İspanyolcası da öyle kolay bir okumaya elverişli değildi. Bir de buna çevirinin ortalama olması eklenince yer yer gerçekten zor olan bir okumaydı. Böyle durumlarda, akış dil yüzünden sekteye uğrayınca okurun metne tutunması da güçleşir. Ancak Karasevdalılar’ı ben garip bir şekilde bırakamadım. Ne konu öyle aman aman bir çekiciliğe sahipti ne de bir karakterin beni sürükleyen bir cazibesi vardı. Doğrusu, hiçbir karakter diğerine göre bir adım önde değildi. Az karakterli hikayelerden biri olması elbette benim için tercih edilir bir durumdu. Anlatıcı durumundaki Maria, bir bakıma yazarın sesi gebiydi. Yazarın sesini anlatıda duymayı sevmem ama burada böyle, amaçlı olmasından ötürü olsa gerek Maria’yı okurken yazarın sesini dinliyor olmayı rahatsız edici bulmadım. Dahası yazar Maria ile de yetinmiyor,  zaman zaman Javier konuşmalarının içinde de kendini hiç çekinmeden belli ediyordu (Javier Marias – Maria ve Javier… Güzel bir yazar hinliği olmuş. Hele ki Maria ve Javier’in insanın zaman zaman anlatmaktan, görmekten, duymaktan, anlamaktan kaçınacağı şeylerden behasettiğini düşündüğümde daha da hoşuma gitti).

Biraz konuya değinip ne demek istediğimi açmaya çalışayım.

Maria Dolz, bir yayınevinde çalışmakta ve her sabah kahvaltısını aynı kafeteryada yapmaktadır. Kendisi gibi kafeteryanın sabah müdavimi olan bir çifti uzaktan uzağa izlemekte, onların ilişkisindeki arkadaşlığı, sevda hallerini, tutkuyu gözlemlemektedir. Bu çift Maria’nın bir şekilde güne başlama motivasyonudur, onları izlemeden işe başlaması neredeyse mümkün değildir. Bir süre iş seyahati yüzünden kafeterya kahvaltılarını aksatır ve sonrasında ilk sabahta çifti kafeteryada göremez. Tesadüfi şekilde, erkeğin bir cinayete kurban gittiğini öğrenir. Çiftin adlarını dahi bilmemektedir. İnternette cinayete ilişkin haberi araştırırken öldürülenin adını öğrenir. Yapabileceği hiçbir şey yoktur, bir bakıma güne devamını sağlayan dayanağını kaybetmiştir.

İlerleyen günlerde kadını bir sabah kafeteryada görür, eskisinden çok farklıdır. Solmuş gibidir. Taziye dilemek ister ama anlamsız gelir yine de kadınla konuşma ihtiyacı duyar, kendini nasıl tanıtacağını bilemez. Mükemmel çift için kendi adının “Ölçülü Genç” olduğunu öğrenir, kadının adı ise Luisa’dır. Luisa daha uygun zamanda kendisi ile daha uzun konuşmak ister ve bunun üzerine Maria, Luisa’yı bir akşamüstü evinde ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında ailenin dostu Javier Diaz-Varela ile tanışır.

Anlatının bu kısmında Javier Diaz Varela’nın aile için eskiden ve şimdiki konumuna dair Maria’nın kafasında belirenlerle Karasevdalılar okuyucuya önce ölüme, sonrasında ise hikaye adım adım ilerleyip bir cinayetin işleyişine tanıklık etmeye çağırırken  ölenin geri gelmesi ya da kalanın öleni geride bırakmamakta direnmesi, suçlar ve karşılığında cezalarının olmasının ya da olmamasının durum üzerine etkileri, cinayetin somut bir kavram dışında soyut bir kavram olarak çeşitliliği üzerine felsefi ve metafizik kapıları açar. Tüm bunların anlatımında yazar hep varlığını hissettiriyor ve bundan hiçbir şekilde çekince duymuyor.

Ortada en baştan bir cinayet, bir katil, bir azmettirici, maktûl, bir dul eş var, sonra bunlara şahit, Balzac’tan bir öykü, Shakespeare’in Hamlet’inden bir söz, Üç Silahşörler’in  Athos’unun kendini aklamaya niyetli sevdası eklenerek omurgayı tamamlıyorlar.

Ağır ve zor akıyor ama meraklandırmadan alıp götürüyor.

Yılbaşı gecesi kar yağacakmış diyorlar… Eğlence bittikten sonra eğer alkol miktarı çok kaçmamışsa Karasevdalılar sıcak bir bardağa iyi eşlikçi olabilir. Yeşil çay bugünlerde favorim, sabaha başlamak içinse çubuk tarçın çayı. Bir de alkol alkolü temizler (tıbben böyle bir şey söz konusu ama bu değil tabii) diyerek kahve konyakla başlayıp chai ile devam etmek de iyi gider.

Ben bu yıl güzel kitaplar okumak istiyorum. Barış Bıçakçı’yı bekliyorum mesela. Alıp beklettiklerimi, okumaya kıyamadıklarımı okuma zamanı, hem hazır yakın gölüklerim de var artık. Mesela hiç Hertha Müller okumadım ya da gerisi yok, bu elimdeki sonu diye duran Arnon Grünberg’in Yahudi Mesih’i veya Purple Years, Görmek… Gidip evdeki raflara bakmalıyım, her iki evin raflarında da o kadar çok kitap beni bekliyor ki…

Yeni yıl istediğiniz gibi olsun.

Öyle yani…