Etiketler
Sevgili okur, merhaba.
Koca bir yıl geçti, gitti.
En son burada Idaho’yu anlatacaktım, güya sana söz vermiştim, ama o kendime sözdü elbette ve tutamadım. Bir tür kefaret ödemek üzere geldim, gelmeden önce çalıştım, yıl boyu okuduğum kitapları listeye döktüm.
Dağınık insan olmak kolay değil, bölük pörçük kayıtlardan topladığım 37 kitap oldu. Çok zorladım ama 40 çıkmadı.
Aslında hepimiz biliyoruz ki, önemli olan okunanın niteliği, sayısı veya sayfa sayısı değil. Yine de kendim için nitelikten sonra sayı yerine sayfa sayısını kriter olarak alıyorum.
On bi yaşındayken kendime koyduğum hedef, haftada en az 250 sayfa, yani ayda 1000 sayfa okumaktı. Bu 500 civarı iki kitap da olabilirdi, 100 küsur sayfalık 8-9 kitap da.
Bu yıl yine çeviri çok okudum. Sadece 2 tane Türk yazarın kitabı var listemde. Çeviri okuyunca da çevirideki seçiciliğimi artık çevirmen takip eder duruma getirdim.
Listede sıralama karışık, kronolojik, yani yılın başından sonuna değil.
İçlerinden iyi ki okudum dediklerim, çok sevdiklerim oldu. Sayılarına baktığımda listede bayağı kalabalık olduklarını görmek beni mutlu etti. Neyse ki, facia düzeyinde kitap okumadım. Sadece bir kitabı dayanamayarak bıraktım, hem de 500 küsur sayfa okumuşken.
Blogun amansız, yılmaz takipçileri merak ediyor listeyi biliyorum ve onlara hâlâ takip ettikleri için minnetarım. Demek oluyor ki, okuduklarımı paylaşmam blog okurlarına iyi geliyor.
Bu kadar hasbıhal yeter, listeme geçelim.
- Mesleğim Yazarlık / Haruki Murakami ***
Murakami’yi severim. Bana samimi gelen bir yazardır. Bu kitapla kurgusalda yazdıklarında izini sürdüğümüz, bazılarını oradan bildiğimiz, yazarın kişiliğine özgü noktalara kapı açılıyor. Murakami, yalın, samimi bir dille nasıl yazar olduğunun serüvenini anlatıyor. Aslında yazar olmanın çok da güzel bir iş yaşamı vaadetmediğini, bir tür asosyal çilekeşliği çağrıştırdığını anlatıyor.
Murakami’nin kurgusaldaki tarzını sevmemden bağımsız, bu kitabı okurken gerçekten keyif aldım.
- Çerçeve / Rachel Cusk ***
Geçen yıl Rachel Cusk’ın “Geçit”ini okumuştum. Geçit, üçlemenin ikinci kitabı ki, kabul ediyorum, üçlemeyi ikinci kitaptan okumaya başlamak çok da mantıklı değil. Açıkcası şöyle oldu, sevgili eski blogçugillerden Atalet, Geçti’i önermişti. O zaman Çerçeve basılmış mıydı, bilmiyorum. Bir şekilde üçlemeyi ikinci kitaptan okudum. Bu yıl üçlemenin üçüncüsü Övgü basıldı. Bu durumda, “üçüncüyü okumadan e oldu olacak, birinciyi okuyayım,” dedim.
Geçit’i ilginç bulmuştum. Rachel Cusk yeni bir üslubu var. Klasik bir kurgu çatısını takip etmiyor., Konuyu alıp götüren kişi kesinlikle anlatısının başkişisi değil. O izliyor, dinliyor, takip ediyor ve bize aktarıyor. Başkişiye ilişkin bize verilenler oldukça sınırlı kalıyor. Öyle alışageldiğimiz gibi pratogonistin derin bir karakter analizi yapılmıyor, geçmişine ait ince ayrıntılar paylaşılmıyor, geleceğe ait beklentilerine değinilmiyor. Rachel Cusk, bir tür yap-boz tekniği ile protagonistin etrafındaki dünyayı bizim kurmamızı istiyor.
Ne Geçit, ne Çerçeve, ne de Övgü (ki ben Övgü’yü biraz okuduktan sonra daha sonra devam etmek üzere ara verdim) kolay bir okuma deneyimi olmayacaktır.Bunun sebebi salt kurgudaki teknik değil, genel olarak anlatının atmosferindeki hüzün ve kasvet (aslında anlatılanların hiçbiri hüzünlü ve kasvetli değil) bir zaman geliyor, insanın üstüne üstüne basıyor sanki. Garip olan şu ki, her satır, her sayfada bi daha öyle kolay kolay denk gelinemeyecek bir metni okuyor olmanın farkında olmak okumanın devamlılığını sağlıyor.
- Pusula / Mathias Enard
Mathias Enard’ı Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara kitabıyla tanımıştık. Ben hayran kalmış ve çok sevmiştim. Yazarın bilgi birikiminden çok etkilenmiştim. Bir şekilde yazara kitabımı imzalatmıştım. Hal böyle olunca, Hırsızlar Sokağı basılır basılmaz alıp okudum. İlk kitapta konu Michalengelo’nun İstanbul’da Haliç üzerine köprü yapacağı varsayımı üzerinde ilerleken, Hırsızlar Sokağı kurgunun merkezine Arap Baharı’nı alarak karanlıkla savaşanları anlatıyordu.
Üçüncü Kitap Mıntıka’yı aldım ama bir türlü okuyamadım. Frısat olup da okuduğumda eminim ki bu kitabı da seveceğim.
Pusula bu yıl basıldı. Pusula’da ana karakter Franz Ritter uykusuzluk çeken, sadece bedeni hastalıktan ızdırap çekmeyen, ruhu da bir tür ızdırap içinde olan bir müzikolog. Franz, uyku-uyanıklık, rüyalar, hayalleri içinde Halep, Şam, İstanbul,Tahran’da geçirdiği günleri bir şekilde yeniden yaşıyor. Eski günlerin üzerinden geçerken şark üzerine çalışmalar yapan akademisyen Sarah’a olan aşkının depreşmesiyle durumu daha da kötüleşiyor.
Pusula, okuru farklı okumalara teşvik etmesi açısından önemli. Diğer yandan, yazarın sadece İstanbul’a dair birikiminin küçücük bir kısmıyla bu kitapta karşılaşsak da hayran kalmamak mümkün değil.
Bu kitap da zor okumalardan sayılabilir, çünkü konusu, anlatısı öyle insanı alıp götürmüyor. Franz Ritter’in bitmeyen gecesi, hayallerle gerçek arasında gidiş gelişleri izlemek kolay değil. Yine de, kendine has tarzından ve farklı okumalara kapı açmasından ötürü bu yıl okuduğum kayda değer kitaplardan biriydi.
- Coğrafya Mahkumları / Tim Marshall
Bu yıl kurgu dışı okuduğum yegane kitap.
Meşhur bir laf var, “Coğrafya Kaderdir” diye, hani. Bu kitap aslında o minvalde ilerliyor. Ülkelerin, ulusların tarihteki duruşları, evrilişleri, siyasi davranışlarının belirlenmesinde coğrafi koşulların nasıl belirleyici olduğunu anlatırken, biraz bildiklerimizi tazelememizi sağlıyor, biraz da bilmediklerimiz konusunda merak uyandırıp, yeni pencereler açıyor.
Yaklaşık iki yıl önce Coursera’dan 16 haftalık, Virginia Üniversitesi’nin “Modern Dünya Tarihi” kursunu almıştım. Sanayi devrimi ile başlıyor ve yanılmıyorsam (aslında açıp baksam iyi olurdu) ikibin sekiz veya dokuza kadar geliyordu.
Bizim eğitim sistemimizde eksik olanı, yani modern dünya tarihine ilişkin bilgiziliğimi, kırk yaşından sonra gidermeye çalışmıştım. Siz de bir düşünecek olursanız bizim Osmanlı-Selçuklu, İslam ve Ataürk İlkeleri ve İnkılap tarihi, ki bunların da bize ne kadar doğru verildiği çok tartışma götürür, dışında tarih adına pek de bir şey bilmediğimiz gerçeğini kabulleneceksiniz.
Tarih konusundaki cehaletimiz, keza coğrafya konusunda da geçerli. Çok değil, basitçe üç-döt kaynağı hakkını vererek elden geçirdiğinizde aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun neden bir aslında bir gerçek imparatorluk olamadığını, o zaman Osmanlı’dan çok çok küçük ülkeler olan Portekiz, Hollanda sömürgeler edinip, deniz ticaretini geliştirirken Osmanlı’nın doğru dürüst bir donanma kurmakta ne kadar geri kaldığını anlıyorsunuz.
Bu kitabın güzel tarafı, çok detaya girmeden sadece geri veya ileri projeksiyon yapmıyor, çok taze güncel konuları da ele alıyor. Az çok bilgimiz olan konuları, mesela Rusya – Ukrayna krizi, Obama yönetiminin Ortadoğu’ya yaklaşımı vs okumak elbette daha kolay. Bunun yanısıra az bildiğimiz Afrika ya da Antartika ile ilgili bölümleri okumak ilgi çekici olsa da bu bölgelere ait bilgimiz çok da fazla olmadığı için bazen sıkıcı olabiliyor.
Kurgu dışı okumalar bana hep kişisel eğitimimin bana ne kadar bağlı olduğunu, bir konuyu kapsamlı öğrenmek için illa ki okuluna gitmek gerekmediğini, kişinin vizyonu açıksa bir okumanın muhtemelen bereaberinde en az beş-altı okumayı getirdiğini, zincirin halka halka yanyana dizilerek değil de içiçe geçmiş irili ufaklı halkalarla tek bir düzelmde değil, nasıl ağ gibi büyüyebileceğini gösterdi.
İlk bölüm için dört kitap az ama blog yazısı olarak iki A4 ü aşan yazı fazla.
Malum, klavye başına geçince laflamayı seviyoprum. Yazdıkça yazasım geliyor.
Söz vermiş olmayayım, söz verince tutamıyorum, devamını getirmeyi, geri kalan okuduğum otuz küsür kitabı da burada belki biraz daha kısa tutarak anlatmak istiyorum.
Öyle yani…