Etiketler

, , , , ,


Bu sabah, Belgrad yazısını koyduktan sonraki gün, uyanınca aklıma geldi. Sen Dünyaya Gelmeden ( https://selginbiber.com/2012/04/17/sen-dunyaya-gelmeden-margaret-mazzantini/) hakkında mutlaka bloga yazmışımdır, dedim. Yanılmamışım. O yazıyı okuyunca çok şaşırdım. Genel itibari ile unutmadığım, hatta beğendiğim bir kitap diye hatırlıyordum. Halbuki öyle değilmiş. Baş karakteri hiç sevmemişim mesela. Zaten adı bile aklımda kalmamış Gemma’nın. Halbuki Cevapcici’yi Gemma ve Diego birlikte yiyorlardı. Kitapta beni en çok etkileyen şey savaşın kendisi olmuş. Aska’nın trajedisi ise yaşanan binlercesinin sadece özetiymiş. Kitapta Sırpların Bosnalılara karşı olan vahşeti bir şekilde Belgrad seyahati ile aklımda birbirine yapışıp kalmış.

Dün gece acayip rüyalar gördüm. İlkinde bulgur pilavı pişiriyordum. Demlenirken üstüne bolca karamelize soğan koyuyordum. Pilavı dağıtacaktım.

İkincisinde uzaya gidecektim. Tam bir poposu açık kalmış rüyası ama hava aşırı sıcak zaten herkes üstü açık uyuyor. Neden ben diye sormuyorum da ne kadar sürecek diye soruyorum. İlginç. Benim uzaya gitmem gayet normalmiş gibi karşılıyorum. Sadece bir hafta süreceğini öğrenince kabul ediyorum. Asıl gerçek arkadan geliyor, benim uzayda geçirdiğim her gün dünyada 1o yıla karşılık gelecekmiş. Ne yani, diyorum, 70 yıl sonra mı döneceğim? Ben döndüğümde herkes ölmüş olur. Hayattakiler sadece şimdi bebek olanlar olur ki, ölüp de dünyaya 48 yaşında yeniden gelmek demek bu, diye itiraz ediyorum. Zaten reenkarnasyonun gerçek olmasından korkmuşumdur hep, yani bu dünyaya yeniden doğmak fikri hem saçma hem ürkütücü gelmiştir, hele ki 70 yıl sonraki dünya hiç ilgi çekici gelmiyor. Ne hikmetse, tüm itirazlarıma karşı gittiğimi görüyorum. Garip şekilde kendimi teselli ediyorum, torun çocuklarıma bakarım döndüğümde diyorum.

Üçüncüsü daha iddialı bir rüyaydı. Rahmetli babam benim için doğumgünü partisi veriyordu ama öyle büyük bir partiydi ki anlatmak mümkün değil. Binlerce kişi vardı sanki. Acayip bir evdi. Şaşırıyordum, biz ne kadar zamandır bu evde yaşıyoruz diye soruyordum kendime. Kalabalık içinde zorlukla Necat’ı buluyordum. Üstümü değiştimem gerektiğini söylüyordu. Babam nerde diye soramıyordum ama gözlerim onu arıyordu. Partiyi o düzenlediyse mutlaka buralardadır, diye düşünüyordum. Salondan salona geçerken bir kenarda Süleyman Demirel’in oturduğunu görüyordum, oha be bunun burada ne işi var, diyordum. Hatta, şöyle dediğini duyuyordum, kimin içinse bu parti çok para harcanmış, değse bari. Kalabalıkta işyerinden insanları görünce denizde can simidi bulmuş gibi yanlarına koşturuyordum. Partinin 16:30 da biteceğini öğreniyordum. Öğlen daha olmamıştı ve alkol boldu. Üstümde günlük pantolon, sırtımda sarkık bir hırka ve ayağımda kalın kahve rengi çoraplar vardı. Onlara değiştirmesem olur mu, diye soruyordum. Uğraşma, sen diyorlardı.

Uyanınca fark ettim ki, üçüncü rüya benim muhtemel after party’mdi. İlkinde pilav pişirmiştim, dağıtacaktım, ikincisi zaten o da aynı kapıya çıkıyordu.

Hayrolsun.

Benim rüyaları yazmaya devam etsem kendi başına okur kitlesini oluşturur. İddialıyım bu konuda. İsteyene Alaska Frigo, gazoz, Mısır patlağı müessemizin ikramıdır.

Öyle yani…