Etiketler

, , , , , , , ,


Nerden başlasam, nasıl anlatsam diye düşünürken sadece tarihi söylesem yeterli olabileceğine karar verdim. Uzun olmasın diye bazı ayrıntıları atlamaya çalışacağım ama muhtemelen yine uzun olacaktır. Bizde aksiyon bol, o yüzden umarım okurken sıkılmazsınız.

HASAL (Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi) arkadaş grubumuz ile 2016 yılı yazında toplu tatilimizin ikinci yılının heyecanını yaşıyorduk. Bir yıl önce Selimiye’de kaldığımız pansiyonu bu yıl da kapatacaktık. Birlikte yaptığımız bir önceki tatili öyle ballandıra ballandıra anlatmıştık ki, bu yıl sayımız çoğalmıştı ve bu yüzden bir kısmımız yan pansiyonda kalacaktı. Şubat ayı gibi tatil tarihini belirledik. 17 Temmuz Pazar giriş, 24 Temmuz Pazar günü çıkış yapacaktık. Yanlış hatırlamıyorsam 13 aile, 45 kişiydik. Saf saf büyük curcuna bizi bekliyor düşünüyorduk.

15 Temmuz Cuma, 2016 günü mesai bitiminde İstanbul’dan çıktık. Planımız Selimiye öncesinde gece İzmir’de Necat’ın abisi Hüseyin abilerde kalmak, oradan Söğüt’e geçmekti.

Hüseyin abilere yemek saati vardık ve hemen sofraya oturduk. Olağan sohbet, muhabbet, rakı, şarap, vs. Saat on gibi, Necat ve Hüseyin abi 70 lik rakı bitince havuza girmeye karar verdiler. Çocuklarla birlikte onlar havuza girerken ben de elimde şarap kadehim, şezlonga oturmuş telefonla oyalanırken WhatsApp’de HASAL grubundaki mesajlardan İstanbul’daki anormalliği fark ettim. Kalktım, havuza doğru seslendim. “İstanbul’da darbe mi olmuş, birileri bir şeye mi ne kalkışmış filan diyorlar,” dedim. Hüseyin abi, “Yok olmaz bu zamanda öyle bir şey,” dedi. “Valla, bakıyorum şimdi Twitter filan da yıklıyor, ben eve gidiyorum,” deyince onlar da havuzdan çıktılar ve birlikte eve gittik.

Bundan sonrası herkesin malumu, birlikte tv başına oturduk. Şaşkındık. Saat on iki gibi Necat, “Uykum var,” dedi yattı. Biz Hüseyin abi ile bir süre daha takip ettik ama saat iki gibi biz de pes ettik, yattık.

Saat sabah beşte Necat uyandı, “Hadi kalk toparlanalım, yola çıkalım,” dedi. “E, uyuyor Hüseyin abiler,” diye itiraz edince de “Not yazarız, bir şey olmaz. Bana bastılar,” dedi.

Ne kadar sesszi olmaya çalıştıysak da Hüseyin abi uyandı. Bize tost yaptı, zorla kahvaltı ettirdi ve Necat’a sordu, “Oğlum, emin misin, tatile gidecek misin? Durum ciddi. Sen devlet memurusun. İstersen İstanbul’a dön, ortalık yatışınca git tatile.” Necat hayatta kabul etmedi, “Ben bütün yıl bu tatili bekledim, dünya yıkılsa gideceğim,” dedi ve biz Söğüt’e doğru yola çıktık.

Öğlene doğru Söğüt’e ulaştık. Kardeşim gün önceden oradaydı. Onun ayarladığı, bir Hollandalı’nın işlettiği pansiyona yerleştik.

Deniz Selimiye’de alışkın olduğumuzdan farklıydı, açık denizdi ve çok güzeldi. Gün güneş, sohbet, bira, denizle geçti. Konuyu pek açmamaya, sosyal medyadan uzak durarak tatile gölge düşürmemeye çalışsak da gece İstanbul’da ve diğer yerlerde yaşananları neredeyse dakika dakikasına öğrenmiştik. İçimiz huzursuzdu, belirsizlik duygusu yakıcıydı.

Söğüt’e önceki Selimiye tatillerinde akşam yemeği için gelmişliğimiz vardı. Bu sefer ilk defa orada kalıyorduk. Akşamüstü yukarıda helikopterler dolanmaya başladı.

Akşam yemeğini sahilde yedik ve ben gerçekten bütün bir yıl bu ahtapotu yemeği beklemiş olabilirdim. Çok ama çok güzel, lezzetliydi ama keyfimiz yoktu.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra Selimiye Sahil Pansiyon’a gittik. Bizim arkamızdan Tekinşenler geldi. Onlar arabayla geceden yola çıkmışlardı. Arkadaşlarımızdan bazıları uçakla geleceklerdi ve Cuma gecesi olanlardan sonra uçuşlar, Atatürk Havalimanı’ndan bildiğimiz kadarıyla hala başlamamıştı. Bizimkiler Anadolu Yakası’ndan geleceklerdi ve merak içindeydik. Öğleden sonra onlar da vardığında sabahleyin bayağı macera yaşadıklarını öğrendik. Yolcu bırakmaya gelen arabalar terminale yaklaştırılmamış, hatta uzakta durdurulmuştu. Yolcular ellerinde valizler uzun bir mesafeyi, tanklar ve askerler nezaretinde yürümüşlerdi.

Günlerden Pazar’dı. Gün boyu denizden karaya, Söğüt’e doğru sayısız helikopter uçuşu olmuştu. Akşam kocaman bir masa kurduk. O kadar kişi kaçınsak da olanları konuşuyor, yorumlar yapıyorduk. Ben henüz çok taze olduğu için medya, sosyal medyada söylenenleri temkinli dinlemekten, hatta üzerinden zaman geçtikten sonra olanları anlamaya çalışmaktan yanaydım.

Ertesi gün iyice tatil moduna geçtik. Biz pansiyonun en başında, deniz kenarındaki küçük odada kalıyorduk. Çocukları en büyük olanlar bizdik ve bir çift kişilik, bir tek kişilik yatağı birleştirmiş bu büyücek yatakta dördümüz sardalya tarzı yanyana uyumuştuk.

Akşamüstü erkeklerden bir grup bira eşliğinde kağıda oynamaya başladılar. Neşeleri, keyifleri yerindeydi. Necat abartmamıştı, bütün yıl beklediği tatildeydi. Yan pansiyondan Betiay geldi, yanıma oturdu. Bir süre uzaktan kağıt oynayanları birlikte seyrettik. Sonra bana usulca, “Bizim pansiyondaki üniversite öğretim görevlileri toparlanıyor. Senelik izinler iptal olmuş, herkesi İstanbul’a çağırıyorlar,” dedi. Şaşırmamıştım. Aslında Necat da, ben de bunu bekliyorduk ama işte bir umut tatilde kalmaya direnmiştik. Betiay, “Çok keyifli görünüyorlar şu anda,” diyerek devam etti, “İstersen bekle de oyun bitsin, öyle söyle.”

Oyunun bitiminde kahkahalarla masadan kalktılar. Necat’ın yanına gittim, birasından bir yudum aldım, kalanını ona verdim ve “İç, bitir. Denize girelim birlikte,” dedim.

Boyu geçene kadar denizin içinde pek konuşmadan yürüdük. Neacat benim köpekleme stili yüzüşümün yavaşlığını beklemedi, “Ben açılıyorum,” dedi. Ben olduğum yerde su yüzünde kalarak bekledim. Yanıma geri döndüğünde yan pansiyon, Büşra’yı işaret ettim, “Devlet memuru olanlar toplanıyorlarmış. Bir kısmı yola çıkımış bile,” dedim, “Olağanüstü hal ilan edilmiş. Senin, yani bizim de dönmemiz gerek. Çarşamba’ya kadar herkes görevine başlamalıymış.” Önce, “Olmaz,” diye itiraz edecek oldu. “N’apabilirler ki dönmezsem?” diye sordu. Hiçbir fikrim yoktu ama dönmemizin doğru olacağını görebiliyordum. “En hafifinden soruşturma geçirirsin, herhalde. Şimdiye kadar hiçbir siyasi görüşe, gruba dahil olmadık ama yok yere yaftalanabilirsin ve sonrası hepimiz için zor olabilir,” dedim. Necat, “Siz kalın, ben uçakla döneyim. Yarın sen beni Dalaman’a bırak. Burada çocuklarla tatile devam edin. Zaten 3-4 araba İstanbul’a dönecek. Tek başına araba kullanacaksın ama onlarla birlikte yolda olunca kendini güvende hissedersin, benim de aklım kalmaz,” diye önerecek oldu. Kabul etmedim, anca beraber kanca beraberdi. O İstanbul’dayken bu kargaşa ortamında mutlaka benim aklım onda kalacaktı, tatilden keyif alamayacağım kesindi. Tatil grubumuzda 24 erişkinin içinde devlet memuru olan tek kişi, Necat’tı. Adeta kısa çöp bize çıkmıştı.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık ve İstanbul’a döndük. Necat Çarşamba günü gidip hastane yönetimine izinden döndüğünü bildirdi.

Aslında Söğüt/Selimiye kısmı bitti ama bu tatili yapamayınca başka bir tatil planladık ve o tatilde olanlar da anlatmaya değer olduğu için devam edeceğim.

Yazın sonlarına doğru İstanbul’da iyice bunalmıştık. Eylül başı Kurban Bayramı’ydı. Bir Beyaz Yakalı olarak ben zaten çalışmayacaktım, Necat’ın da nöbeti yoktu. Birkaç günlüğüne bir yerlere gidip tatil eksiğimizi gidermeyi önerdi. Mesela Eylül’de Antalya güzel bir lokasyon olabilirdi.

Yaptığım kısa araştırma sonucunda Necat’a maliyet sebebiyle çok da mümkün olmayacağından yakındım. O kararlıydı. Hangi otele gitmek isteyeceğimi sordu. Ela Quality Otel’e daha önceden birkaç kez kongreler sebebiyle ayrı ve birlikte gitmiştik ve çok beğenmiştik. Orayı söylediğimde, halledeceğini, söyledi. Peki, diyerek beklemeye başladım. Ertesi gün, gerçekten hallettiğini ve fiyatı söyleyince inanamadım. Benim internet tatil sitelerinde bulduğumun neredeyse yarı fiyatına, 4 gece 4 kişi konaklayacaktık. Nasıl becerdiğini sorduğumda, direkt oteli aradığını, düz duvara bakabilecek en ucuz odanın bizim için uygun olduğunu söylemiş, daha önceki konaklamalardan ne kadar memnun kaldığımızdan filan bahsetmişti.

Otelde geçireceğimiz zamanın maksimum olabilmesi için bir gün önceden Antalya’ya gittik ve Kaleiçi’nde bir pansiyonda kaldık. Küçük bir aile işletmesiydi ve çok keyifliydi. Sabah kahvaltıda bize pişi pişirdiler ve çocuklar afiyetle yediler.

Kahvaltıdan sonra Ela Quality’e gittik, otelden içeri girdiğimizde saat onbir olmamıştı ve tabii ki de odamız henüz hazır değildi. Kahvaltı edebileceğimizi, lobide veya havuz/denizde vakit geçirebileceğimizi söylediler. Lobide oturmaya birşeyler içmeye karar verdik. Ben önce bir  Irish Coffee sipariş verdim  sonra Bailey’s ve arkasından da bir kokteyl içtim. O sırada Necat da viski, vs birşeyler içti. Saat bir gibi odamızın hazır olduğu haberi geldi, çantalarımız zaten odaya gönderilmişti. Necat ve çocuklar mayolarını giyip odadan çıktılar. Ben de kıyafetleri ve eşyaları dolaba, banyoya yerleştirdikten sonra  yanlarına gittim.

Necat, “Ne oldu bil bakalım?” diye sordu. Yüz ifadesinden keyifli olduğu belliydi. “Nedir?” diye sordum, anlatmaya başladı.

Odadan aşağı inerken asansörde bir  bey ve hanımla karşılaşmışlardı, önce nezaketen selamlaşmışlardı. Necat adama biraz dikkatlice bakınca bir yerden tanıdığına kanaat getirmişti ve tanışıklıkları olup olmadığını sormuştu. Adam, sanmadığını söylemiş ama Necat kendisini tanıdığı konusunda ısrarcı olmuş, doktor musunuz, diye devam etmişti. Adam, kendisinin doktor olmadığını söylemiş ve yanındaki eşini göstererek eşinin diş hekimi olduğunu belirtmişti. Necat hanımı tanımıyordu ve artık nasıl bunalttıysa, ki normalde hiç böyle değildir, adam pes etmiş ve Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi olduğunu söyleyince Necat, “Ben de diyorum nereden tanıyorum, doğru ya billboardlardan” demişti. Bunun üzerine hanımefendi adama “Bak reklamlar işe yarıyormuş,” deyince Necat kahkahalarla gülmüştü. Bana olanları anlatırken kesik kesik “Billboardlardan tanıyormuşum adamı… billboardlardan” diyor ve hala gülme krizindeymişcesine gülüyordu. Sonraki günlerde Battal Bey’le nerede karşılaşacak olsak, restoran, havuz, lobi, vs adamcağız bizi fark eder etmez ya yolunu değiştiriyor ya da en azından gözgöze gelmemeye çalışıyordu. Halbuki sonradan hatırladık ki, eskiden Battal Bey bizimle aynı sitede oturuyordu ve belki de aslında Necat’a aşina gelmesinin nedeni billboardlar değil de yıllarca aynı site kapısında gelip geçerken karşılaşmışlığımızdı.

Ela Quality’de o tatilimizde bizimle birlikte konaklayan ilginç kişiler vardı. Mesela Acun Ilıcalı, ailesi ve ekibi, o zamanlar evli olan Mirgün Cabas – Tuba Ünsal ve üç çocukları, Hürriyet Gazetesi’nin magazin yazarlarından adını şimdi hatırlayamadığım biri gibi.

O yaz Selimiye tatili yarım kalmıştı ama sonrasında çok keyifli bir tatil yapabilmiş, Ela Quality konforunda dolu dolu dört gün geçrimiştik.

Öyle yani…