Etiketler
Amy Winehouse, bira, bisiklet, civciv, domates, iyot, kara tavuk, kümes, mohito, okey oyunu, oksijen, tavuklar, yumurta
Cuma günü öğleden sonra on günlük çocuksuz hayatımızı sona erdirmek üzere bizim Bey ile yola koyulduk. İki hafta öncesine göre yollar daha kalabalıktı. Bir de yıllardır, neden bu yol yapımları yazın yapılmaktadır, anlamam. İki şerit yol indiriliyor tek şeride, sonra bir kamyonun arkasına diziliyor onlarca araba, arada bir birileri bir cesaret atıyor kendini öne, bazen üç beş araba geçiyor, bazen de karşıdan gelenle burun buruna gelerek ölümden dönüyor. Mıcırlanmış yollara hiç değinmeyeceğim. Birileri kendince bu yolla nüfus planlaması yapmaya çalışıyor diye düşünmeden edemiyorum. Harbiden yol yapımlarının yazın olmasının gerçekten teknik bir sebebi var mıdır? Kabul, yağmurda yol yapımı mümkün olmayabilir ancak ülkem dört mevsimin, dolayısıyla da iki baharın yaşandığı bir ülke değil midir? Hatta jeopolitik önemi büyük değil midir?(??) Baharda yağmursuz günler de yapılsa bu yollar da canlar telef olmasa olmaz mı?
*
Çocukları çok özlediğimizi, onların da bizi çok özlediğini söylemeye gerek yok sanırım. Elbette annem onları sahiplerine tastamam, kazasız belasız teslim ettiği için bayağı bir ferahladı. Çocuklar öyle mutlu ve sağlıklı görünüyorlardı ki…güneşten iyice esmerleşmişlerdi. Bol taze gıda, temiz hava, açık saha, daha ne olsundu?
Ertesi sabah rüzgarsız pırıl pırıl bir güne uyandık. Defi, en sevdiği şeyi yaptı. Pijamalarıyla babasının bisikletine bindi ve muhteşem ikili sabah sabah ciğerlerini bol oksijen ve iyotla doldurmak üzere sahile gitti.
*
On gün önceki kuluçkadaki tavuk muhabbetini hatırlıyor musunuz? İşte birbirinden farklı kümeslerin yumurtalarından civcivler çıkmıştı. Kuluçkada sekiz yumurta vardı, işte bunların altısı bu hafta civciv olarak karşımızdaydı. Ben size on gün önce “TAVUK MEVZUSU”nda ‘kara tavuk’u anlatmamıştım değil mi? Kümes kurulurken alınan on tavuktan kara, asi ruhlu olanını hani?
Sabah ve akşamları kümesin kapısı açılıyor ve tavuklar dolaşmak için dışarı çıkıyorlar. Genelde de sabah dolaşmanın ardından kümese döndüklerinde yumurtluyorlar ve tipik “gıt gıt gıdaaak” diyerek yumurtladıklarını haber veriyorlar. Genelde tavuklar kümesten fazla uzaklaşmadan dolaşıyorlar. Sonra birisi arkalarından “kümes kümes” diye seyirtti mi kümese giriyorlar. İşte bizim bu kara tavuk, kümesin kapısı açıldı mı alıp başını gidiyormuş. Sonra ara ki bulasın. Diğerleri toparlanıp kümese girdikten nice sonra sazlıkların arasından çıkıp geliyor, tipik “gıt gıt gıdaaak” tiradını atıyormuş. Dendiğine göre diğerlerinin hepsinden de çok çıkıyormuş sesi. Elbet yumurta da bulunamıyormuş. Bir gün bu kara tavuğun nereye gittiğini anlamak için ayağına uzunca bir ip bağlamışlar ama yumurtayı nereye bıraktığını yine bulamamışlar. Annem hiç gelemez öyle asiliklere, vermiş enişteme gazı, tavuk bir güzel terbiye edilmiş. Şimdi artık o da kümesin diğer ahalisi gibi kümesten fazlaca uzaklaşmadan dolanıyor, “kümes kümes” dendi mi giriveriyor içeri. Görünen o ki yaşayıp gidecek böyle. Anneme sorulacak olursa terbiye verilmemiş olsa o sazlıkların arasında bir gün ya boğulup gidecekti ya da başıboş bir köpeğe filan kurban olacaktı. Hayatı kurtuldu işte.
Çakma anneyi soracak olursanız, çakma yavrularıyla kümeste kendine ayrılan özel dairesinde pek mutlu, yavrularının her gün biraz daha büyümesinden pek gururlu.
*
Cumartesi günü öğleden sonrasında uzun amandır eğlenmediğimiz kadar çok eğlendik. Sebebi de bir yazlık klasiği olan OKEY oyunuydu. Hani şu bildiğiniz, Amerika’da Down sendromlu çocuklara sayıları ve renkleri öğretmek için bulunan ancak ülkemde pek bir sahiplenilmiş oyundan bahsediyorum. Oyunculardan biri bize taze geldiği Küba’dan getirdiği romla Mohito (böyle mi yazılıyordu bilemedim) hazırlarken oyunun başında ben de oynadım ve hiç beklenmedik şekilde açmayı başardım. Herkes çok şaşırdı, çünkü ben bu oyunu hiç sevmem sebebi de dikkat eksikliğim yüzünden taş takip edememem ve hiç açamamamdır. Oyunun sonunda kızkardeşimin ve benim eşim, annem ve teyzeme karşı oynuyordu. Damatlar öyle sahtekar ve hilebazdı, annemle teyzem ise öyle çaresizdiler ki elbette kaybettiler. Oyun sırasında geçen diyalogların son satırlarında şöyle deniyordu “Artık göstermek yok, açmak lazım!” Sıradan bir oyundu elbette ancak mohitoların üzerine içilen bol miktarda biranın da eğlenmemizde katkısı inkar edilemez. Bir ara kimin ne söylediği, kimin niye boğulurcasına güldüğü belli değildi. Annemle teyzem, aklı başında insanlar olarak sonunda baktılar oluru yok, emir verdiler: “Hadi denize gidin de kendinize gelin!” Öyle ya da böyle bir şekilde annemin terbiyesinden geçmiş kara tavukları olduğumuzu hissetmesi için büyük bir itaatkârlıkla denize gittik, orada da eğlendik, hatta biraz magandacılık bile oynadık. Güzeldi, vesselam.
*
Akşam oldu, mangal yandı, sofra kuruldu. Yayıldık çimde şezlonglarımıza. Sonra…sonra elim cebime gitti, alemde neler oluyor diye telefonumu çıkardım. Amy ölmüştü. ‘Hay Kara Tavuk seni!’ dedim. Sessizleştik bir süre. Ardından herkesin telefonundan bir Amy şarkısı geldi. Back to Black dinledik. Kadehlerimizi Amy’ye kaldırdık, burada bulamadığı huzuru orada bulsun diye…
*
Dün İstanbul’a geri dönüş yolu bitip de sitenin bahçesinden girerken Defi basit bir soru sordu: “Neden eve geldik?”
Cevap da basitti: “Uslu tavuklarız biz! Yarın işe gideceğiz.”