Şimdiye kadar okuduğum Alessandro Baricco kitaplarının içinde sanırım en sevdiğim Mr. Gwyn’dir. Ayrıntıya şuradan bakabilirsiniz ama özetle yazmanın tadını almış yazarın yazmaktan vazgeçemeyeceğini, yazar için yazmanın nasıl solunumsal bir şey olduğunu anlatır.
Mr. Gwyn’de Akash Narayan adlı Hint asıllı bir yazardan ve onun yazdığı Şafakta Üç Kez adlı bir kitaptan bahsedilir. Herhangi bir küçük kitap gibidir, üstünde pek durulmaz zira içindeki hikayeler düşseldir.
Alessandro Baricco, kitabın başındaki notta belirttiği üzere Mr. Gwyn’in varlığını hafif ve belrisiz şekilde sürdürmek için bu düşsel hikayeleri yazmak istemiştir. Sonuçta Mr. Gwyn’den bağımsız okunabilecek bir mini kitap ortaya çıkar.
Kitapta yer alan üç hikaye de bir otel lobisinden bir şekilde geçmekte, her birinde bir erkek ve bir kadından bahsedilmektedir.
İlkinde otelde kalan bir adam lobide sabaha karşı bir kadınla karşılaşır. Kadın, insanların büyük bölümünün hayata baştan başlamayı düşlediklerini ve bunda delice değil, duygusal bir şeyler olduğunu düşünmektedir. Kadın, insanların asla gerçekten değişmeyeceğini kabullenmiştir. İnsan eğer değişmeyecekse oyuna baştan başlamak manasızdır ama kadın eldeki kartlar kötü ise masa değiştirmek mantıklı olabileceğini öne sürer. İlk öyküdeki adam terazi satan bir satıcıdır. Terazi, Mr. Gwyn’deki ampul metaforunu tamamlayan bir metafor nesnedir.
İkinci öykü otelde kalan bir genç kız ve cezaevinde geçen on üç yılda çok okuduğunu söyleyen otel görevlisi arasında yine aynı lobide, yine sabaha karşı bir zamanda geçer. Bu öykünün bence metaforu anlatı boyunca genç kızın elinde tuttuğu, sona gelindiğinde adamın yerde durduklarını hayal ettiği banyo havlularıdır.
Üçüncü öyküde ise bir erkek çocuğu ile yaşı geçkince kadın polisin hikayesi aynı (olduğu belirtilmez, okur öyle olduğunu varsayar) otelin bir odasında sabaha karşı başlar, lobisinden geçer ve bir otomobilin içinde devam eder. Kadın, yeterince güvende olmadığını düşündüğü çocuğu üstlerinin emirlerini hiçe sayarak emniyetli bir yere götürmek istemektedir. İyi bir şeyler yapmış olmanın verdiği güzel his ile pişmanlık duygusunu birbirinden ayırmak kadın için zordur. Bu öykünün metaforu ise kayıktır, kadın çocuğu kayıklar yapan eski bir arkadaşının yanına götürmektedir.
— spoiler —
Birbirinden bağımsız olan bu üç kısa öykü aslında kadının ve hatta adamın hep aynı kişi olması ile birbirine bağlanıyor. İkinci öykü kadının gençliği, ilk öykü erişkinliği ve üçüncü öyküde ise emeklilik öncesi yaşlarıdır. Adamlar ise hayatına dönemsel olarak dahil olan erkeklerin prototipini yansıtmakta olup son öyküdeki erkek çocuk adamın çocukluğu, ilk öyküdeki terazi satan adam erken erişkinliği, ikinci öyküdeki otel görevlisi bir sonraki dönemi ve son öyküdeki kayıkları yapan adam da yaşlılığın başındaki adamdır. İlk öyküde tek adam varken ikinci ve üçüncü öyküde ikişer erkek karakter olması bir bakıma kadının ilişkilerine dair gençliğindeki hayallerini ve hayal kırıklıklarını, geçkin yaşlarında ise pişmanlıklarını ve özlemlerini anlatmaktadır. İlk öyküde adamın sattığını söylediği terazi metafor olarak kadının orta yaşlarında bulduğunu düşündüğü dengeyi, ikinci öyküdeki ütülü ve katlı banyo havluları genç kızın aradığı güven hissini ve son öyküdeki kayık ise kıylardan uzaklaşıp giderken yakalanması olası dinginliği yansıtmaktadır.
Zaman dilimi olarak şafak vakti ise tekinsiz bir vakitttir. Bir an sonra olacaklar çok olumlu ya da olumsuz olabilir, bu kısa zaman diliminde tüm kültürlerde ortak olan bir şey vardır ki, iyi saatte olsunlar genellikle fırsat kollarlar.
— — —
Şafakta Üç Kez, genelde diyaloglardan oluşan üç yoğun öykünün okurunu yoğun içeriği ile mutlu ettiği bir kitap. Eğer henüz Mr. Gwyn’i okumadıysanız Şafakta Üç Kez’i tam da geçtiği yerde okumanızı öneririm. Ben bu imkandan Mr. Gwyn’i okurken mahrumdum ancak nihayetinde iki kitabı da birer kere daha ama bu sefer birlikte okuma şansım baki.
Öyle yani…