Eylül ayının ortalarıydı. Her Cuma akşamı olduğu üzere eve geldiğimde Radikal Kitap vestiyerin üzerinde beni bekliyordu. Aldım, üstümü çıkarmadan mutfağa yöneldim. Su ısıtıcısını çalıştırdım. Gün boyu içtiğim kahveler yetmemiş gibi bir tane daha içecektim. Isınan suyu fincandaki kahvenin üstüne döküp Radikal Kitap’la birlikte mutfak masasına oturdum. Sayfaları çevirmeye başladım.
Önce baştan sonabaşlıkları okurum , sonra döner tek tek kitaplarla ilgili yazılanları okurum. Bu sefer öyle olmadı. Şenol Ayla’nın yazısını görünce ilerlemedim, kaldım orada.
Şenol Ayla, tanımadan sevdiğim bir dost. Tesadüflerin elele tutuşmasıyla kendisi bana bilerek ya da bilmeyerek bir kapı açtı. Tamamen ona bağlamam doğru olmaz elbette ama kendisinin LEZZETLİ ÖYKÜLER’in ve sonrasında bu blogun doğuşunda katkısı çok fazladır.
Şenol Ayla’nın Altıncı Irk için yazdığı “İlk Okuyuşta Aşk” başlıklı yazısını bir solukta okuyuverdim.
Coşku dolu, heyecanlı bir yazıydı. Kitabın yazarı Berrak Yurdakul’un ismini silik de olsa hatırlıyordum. Kendimi zorlayınca onun geçen yıl uzun süre Çok Satanlar’da kalan “Konuşamayan Tavuskuşu Camio” nun yazarı olduğunu anladım. Kısa zamanda edinmeliydim bu kitabı, merak etmiştim.
Bugün okumayı bitirdim kitabı. Okumam beklediğimden uzun sürdü. Biraz kitap yüzünden, biraz benim işlerimin yoğunluğundan, biraz da evdeki boş vakitlerimde örgü örmeye sardırdığımdan.
Berrak Yurdakul, ilk kitabıyla çok satmayı başarmış bir yazar. Çok satmak ise çok tartışmalı bir kavram ama ne olursa kendi okuyucu kitlesini kısa sürede oluşturmaya başlamış olduğu kesin.
Konuşamayan Tavuskuşu Camio’yu okumadım, o yüzden saptamalarım bu kitapla sınırlı kalacak.
Berrak Yurdakul, bu kitabında okuruna çok sekilerden, MÖ 446’da Delos Adası’ndan başlayan, içinden mitolojinin ve tanrıların geçtiği, günümüze uzanan bir hikaye anlatıyor. Bu, insanlığın, insan olmanın kaçınılmaz zayıflığının, her zaman büyük, kudretli bir gücün güdümüne duyulan ihtiyacın nasıl dayanılmaz olduğunun hikayesi.
Bize geçmişten bugüne olanları tanrıların en akıllısı ve geriye kalan yegane tanrı Hermes anlatıyor. Hermes’i bu işle bir zamanlar Navagos adlı bir balıkçının denizin derinliklerinden bulup çıkarttığı kız çocuğu tanrıça Anankedir. Ananke şeffaf tenlidir, Navagos onu denisden çıkarttığında üzerinde erguvan renkli elbise vardır. Yıllarca yemeden, içmeden gözleri gökyüzüne dikili durur. Bakışlarını sadece delice aşık olduğu, Navagos’un yakışıklı oğlu Galanos’a bakmak için gökyüzünden indirir. Bu öylesine güçlü bir aşktır ki, aşkından gözü dönen gereklilik ve zorunluluk Tanrıçası Ananke, omzunda beyaz karga Telios ile Atina sokaklarında Galanos’u ararken nasıl olduğunu anlamadan tüm Atina’yı bir anda kana boğar.
Hikayenin günümüzde süregiden kısmında ise bir öksüz olan Adrastia’nın Kayros’tan beyaz saçlı bir oğlu doğar. Yaşamaya yazgılı olmayan, beyaz saçlı bebek Figadas, dünya üzerindeki beşinci ırkın sona erip yeni bir ırkın doğuşunun habercisidir.
Yazarın mitolojiye hakimiyeti tartışma götürmez. Rastlamaya alışık olmadığımız farklı bir konu ve hikayenin örgüsüyle başarıyla anlatılmış. Ben kendi adıma, edebiyatımız adına yeni bir romancı kaznmaktan ötürü çok sevindim.
İçimde kalmasın, söyleyeyim, umarım Berrak Yurdakul’un bundan sonraki metinlerinde devrik cümle sayısı az olur. Çünkü her ne kadar devrik cümleler daha kolay yazılıyor olsa da okunması zor oluyor, anlatımın ritmini aksatıyor. Zaman zaman kitabın cümlelerini düzelterek yazmak için dayanılmaz bir istek duydum. Buna rağmen, güzel bir kitaptı. Okunmaya, tanınmaya, vakit ayırmaya değer.
Son olarak kitabın pazarlanacak bir madde olarak görüldüğü gerçeğinden çıkılarak bu kitap için geçtiğimiz ay Dedeman Otel’de tanıtım kokteyli düzenlendiğini de belirteyim. Bu da kitabın tanıtım videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=psytcelEx4g