Etiketler
cangılda bir köy, iç savaş, kayıp kent, kayıplar, kent radyosu, radyo programı
Babil Kulesi’nde okunmayı bekleyenlerin sayısı beşyüze gelmişken, geçmiş de olabilir, bazı kitapların kendini ne sebeple öne çıkardığını bilmem mümkün değil.
Bu kitabı elime almamı sağlayan sanırım, adıydı. Arka kapağı tam anlamıyla okumadım. Arka kapakları oldum olası sevmem ama yine de göz atmaktan kendimi alamam. Bu kitabın arka kapağından aklımda kalanlar, bir radyo programı, bir iç savaş ve bir aşk idi. Yani elimde sadece iki somut veri vardı bir iç savaş ve bir radyo. Aşkı dışladım, çünkü her zaman herkes için göreceli bir kavram olduğunu düşünmüşümdür. Misal şıpsevdiler vardır, bir de platonikler, iflah olmazlar, aşkının ızdırabıyla beslenenler, vs…
Bu kitap yaklaşık yirminci sayfadan sonra bitime kadar bana temelde tek bir his yaşattı… iç sıkıntısı. Bırakmalıydım ama olmadı, yapamadım. Benim bir kitabı okumayı kolay kolay bırakmıyorum ve bu huyumu çok da sevmiyorum. Yaşım artık ilerlediğinden artık bu konuda aslında eskisi kadar çok ısrarcı olmasam sanırım daha doğru olacak. Huy işte bugün hadi, dedin mi değişmiyor.
Peki, o zaman şu soruya verecek bir cevabım olmalıydı: Devam etmemi sağlayan neydi? Konudan bahsetmek bana belki de bu konuda yardımcı olabilir… Bunu çok kısa, net ve temel bilgileri vererek yapmaya çalışacağım.
Norma, uzun bir iç savaştan çıkmış bir Güney Amerika ülkesinin merkez kentinden yayın yapan bir radyoda “Kayıp Kentin Radyosu” adlı bir program yapmakta, programında iç savaşta kaybolanların adlarını okuyarak onların varsa yakınları ile irtibat kurmasını sağlamaktadır. Program ülkenin tamamında inanılmaz ilgi görmektedir, Norma’nın sesini herkes tanımaktadır. Norma’nın bir botanik profesörü olan kocası Rey de iç savaş sırasında cangıla birkaç kere gitmiş ve son gidişinin dönüşü olmamıştır, o da kayıplardan biridir.
Bir gün cangıldaki köylerden birinden (1797) çıkagelen, onbir yaşındaki bir çocuk, Victor, Norma’nın çoktan unuttuğu kocasına kavuşabilme ümidini alevlendirir, çünkü çocuğun köyü, Rey’in gittiği köydür. Çocuğu öğretmeni Manau radyoya getirip bırakmış ve gitmiştir.
Anlatıyı parçalara bölecek olursak, Norma ve Rey (geçmişte), Rey’in kendisi (geçmişte ve Norma öncesinde), Rey (cangılda), Victor (cangılda), Norma ve Viktor (şimdi), Manau ve Victor (yolculukta), Manau ve Victor’un annesi – Adela – (yakın geçmişte), Rey ve Adela (orta geçmişte), Köy ve Zahir (geçmişte).
Yukarıda basitleştirerek yazdığım parşalardan anlaşılacağı üzere zaman açısından çok katmanlı bir örgüsü var. Karakterlerin varoluşları ve birbirleriyle ilişkileri sert zaman geçişleri ile anlatılmış olsa da okumaya başladıktan kısa bir süre sonra yadırganmamaya başlıyor. Belki de karakterlerdeki ortak özellik olan bencillik ve umursamazlık hali öyle rahatsız edici oluyor ki bu duruma ancak bu geçişlerle tahammül edilebiliniyor.
Romanın geçtiği zaman diliminde söz konusu iç savaş doğal bir kasvet yaratırken buna karakterlerin sonuçlarını umursamaz davranışları, özellikle Rey’in, okurken daha da bir daralma hissi yaratıyor. Rey sözgelimi hem Norma’yı hem de Adela’yı aldatıyor, bunu yaparken güya Norma’ya karşı suçluluk hissediyor ama okur ne yazık ki bu suçluluğu duyumsayamıyor. Keza, Norma Rey’i neredeyse on küsur yıldır başta aşkının büyüklüğü, sonrasında da öyle gerektiği için bekliyor ama önü arkası, dünü ve öncesi her ne kadar anlatılmış olursa olsun, bu aşk hep havada kalıyor.
Sonunda herşeyi bir araya getirip topladığımda sanırım şöyle bir durumla karşı karşıyaydım. Evet, bir yerlerde bir iç savaş çıkmış ve bir takım insanların başından kötü olaylar geçmiş ve bize ne yazık ki, olanları sadece kalın bir perdenin ardından seyretmemiz için izin verilmiş. Her şey su yüzeyinde yüzen yağ damlacıkları gibiyken, ışıksız ve az oksijenli bir havayla kuşatılmış olmaları da bu koşullar altında gayet normal.
Sonuç… ne illâ okuyun diyebilirim ne de aman okumayın, zamanınızı harcamayın. Benden söylemesi bu kadar.
Öyle yani…
P.S. Çeviri Süha Sertabiboğlu tarafından yapılmış. Çeviri çok iyi olduğu için bırakamamış olabilirim. Mümkündür.