Etiketler
fenerbahçe, fenerium, gol, Manisa Spor, ofsayt, stadyum, taraftar, Türkiye Futbol Federasyonu, tribün, yalnızca kadınlar ve çocuklar, şampiyon fener
Herşey Pazar sabahı kahvaltıda başladı. Bizim Bey gazete okurken, “Salı günkü FB-Manisa maçını kadınlarla çocuklar bedava seyredeceklermiş,” dedi. Ben önce anlamadım. Kem ‘bedava’yı duyar duymaz kulak kesildi. Bedava olan her şeyi çok sever. Benim gibi değil bedava, ucuz şeylerden bile nefret eden birinin çocuğu olmasına hayret ederim. Klasik olduğu üzere bu huyunu babasından almış olsa gerek.
Sonunda anladık ki, bu maç FB’nin seyircisiz oynayacağı, cezalı maçı imiş ve bir aklı evvel kişi ‘Maçlar seyircisiz oyananacağına kadınlarla çocuklara oynansın,’ demiş. Rasyonel de derhal uydurulmuş. Böylelikle kadınlar ve çocukların futbola ilgi ve sevgisi artacak, futbol maçlarına daha çok kadın gitmesi teşvik edilerek seyircideki kirlilik de azalacakmış. Yesinler…
Bizim Bey, Kem’e “Annenle gidersiniz,” dedi. Bana gitmek isteyip istemediğimi sormadılar, dememe gerek yok herhalde. Ben de açıkcası salı’ya iki gün var, kesin vazgeçilir, başka bir şey çıkar diye çok umursamadım. Bilet almak için salı günü iş çıkışı Fenerium’a uğrayacağımı söyledim.
Kem Pazar gecesi heyecandan uyuyamadı. Abartmıyorum, bütün gece oturdu çocuk. Gece boyu ara ara kalkıp “Oğlum, yat. Yarın okul var,” dedim, yanında yattım, türlü çeşit numara denedim olmadı. Ertesi gün neden uyuyamadığını sorduğumda “Yarın ikimizin maça gideceğini düşündükçe çok sevindim,” dedi. Halbuki bu onun ilk maça gidişi olmayacaktı, babasıyla defalarca gitmişti.
Burada benim futbolla ilişkimi biraz açmam lazım. Birkaç gün önce Dünya Kupası sevdamı yazmıştım. O lise yıllarımdaki halimdi. Evlendikten sonra iş değişti. Bizim Bey’le her haftasonu maçları seyreder, hatta üstüne yorumları bile sindirir oldum. Yıl 2002, evleneli üç yıl olmuş, yine bir Dünya Kupası’nı aile dışından bir sürü insanla seyrederken yaptığım yorumlarla etrafımdakileri dumura uğratmışlığım bile var. Siz düşünün onun üstüne bir dokuz yıl ve bir erkek çocuk eklendi. Bunca eğitime rağmen yine de stadyuma maç seyretmeye gitmedim. Orası bana hep çok ürkütücü, evde rahat koltuklarımızda oturup patlayana kadar bira içip seyretmekse daha cazip geldi.
Baktım oğlan çok istiyor, dün öğlen tatilinde işten çıktım, bilet almayata Kavacık’tan stadın altındaki Fenerium’a gittim. E5’ten Fenerbahçe’ye çıkış ağırlaşınca ‘Yok daha neler,’ dedim. Aklımca maça olsa olsa bir iki bin kişi, hadi bilemedin 5000, biraz daha abartsam 10000 kişi gelirdi. Sonuçta bilet için kuyruk olmuş olması bana pek manasız geldi.Yukarı dönüp de iki yüz metrelik kuyruğu görünce dumur oldum. Biraz bekledim, baktım kuyruk ilerlemiyor. Tam vazgeçecektim, “Bilet geldi,” dediler. Kuyruk hafiften kıpırdandı, ön taraftan insanlar ellerinde beşer onar biletlerle geldiklerinde anlaşıldı ki söylendiği gibi nüfus cüzdanıyla değil, isteyene istediği kadar bilet veriliyor. Dakkasında çıktım kuyruktan. Bizim milletimiz ihtyacı olmasa da alır, sonra da çöpe atardı, benim hiç de o kuyrukta harcanacak vaktim yoktu.
İşe döndüğümde annem aradı, bilet alıp alamadığımı sordu. Anlattım. Bir araba laf işittim, niye ona söylememişim diye. O bilseymiş isteyene bilet verildiğini, gider sabahtan en güzel yerden alırmış.
Anane harekete geçti, önce yürüyerek Suadiye Fenerium’a gitti, orada biletin bittiğini ve gelmeyeceğini öğrenince de dolmuşa atlayıp stada gitti. Yılmadı, yaklaşık dört saatin sonunda başardı ve bana telefon etti. İki bilet almıştı. Torunu için. Farkındaydım. Kıskandım. Birlikte yaşadığımız yirmi beş yıl boyunca o gün gösterdiği çabanın bir benzerini benim için bir kere bile göstermemişti.
Bizim Bey’le işten hızla eve gittik, üstümüzü değiştirdik, kostümlerimizi giydik ve yola çıktık. E5 maça giden arabalar yüzünden kilitlenmişti. Optimum’un önünden geçerken Yunuslar tarafından trafik kesildi, futbolcuların otobüsü yanımızdan geçti.
Güç bela E5’ten çıktık, baktık olmuyor, biz Kem’le Evlendirme dairesinin önünde inip yürümeye karar verdik ama Bizim Bey gördüğü kargaşadan etkilenmiş olacak ki kayboluruz, başımıza bir iş gelir diye buna uzun süre karar veremedi. Eh, bu işleri başımıza o açmıştı, artık geçmiş olsundu.
Büyük bir grupla hiç daha önce yürümemiştim. Açıkcası halkın arasına daha önce böyle ciddi bir katılımım da olmamıştı. Dahil olduğumu hatırladığım en büyük birlikte hareket etme hali Cadde’de 29 Ekim yürüyüşüydü. Ha, bir de bu yıl Cadde’de Yılbaşı’nı karşılamıştık. Son on yılda trene binmediğimi, yaklaşık beş yıldır da otobüsün kapısından geçmediğimi söylersem halimin dün akşam nasıl olduğunu anlarsınız. Stada doğru yürürken Kem’in eline sımsıkı yapıştım ve bir ara fark ettim ki çocuğun elleri terden sırılsıklam. Kem heyecanlanınca elleri terler.
Biletimiz Migros 38. kapı, M bloktaydı. ‘Anane idare edin,’ artık demişti bir kez. Stada girişteki hengameyi anlatmak zor ama bence kadınlar yine de iyi becerdiler. Arada birbirimizi iteklediysek de gördüğüm ve duyduğum kadarıyla ciddi bir olay çıkmadı. Sadece bir ara küçük çocukların ezilmesinden çok endişelendim. Bir de tribünlere girerken bir şekilde ben önde, Kem arkada kaldı. Sanırım o sırada elini tuttuğum kolu bir beş cm. kadar uzadı.
Biletler ne oldu diye soracak olursanız, kimse doğru dürüst biletlere bakamadı. Görevlilerin büyük çoğunluğu erkekti ve sanırım o kadar kadınla karşı karşıya kalmaktan ötürü hayatlarının kabusunu yaşadıkları için biz kapıdan geçerken çoktan teslim olmuşlardı.
Dediğim gibi benim stada ilk girişimdi. Büyük olduğunu tahmin ediyordum da bu kadarını beklemiyordum.
Bir anonsla o gün 41633 bilet verildiği söylendi. Görünen de oydu. Stadın tamamına yakını doluydu. Tahminim biletsiz giren de çoktu.
Benim görüşüm bu gerçekten büyük bir sosyolojik olaydı. Bir daha o kadar kadın ve çocuk buna benzer veya başka bir sebeple bir araya gelir mi bilmem. Görmek gerekti. Her yaştan, her yerden kadın ve çocuk vardı. Cadde’nin süslü kızları ve Etiler’in kokana teyzeleri de ordaydı, Avvılar’dan Gaziosmanpaşa’dan, Gebze’den gelen de vardı. Bazen arada bir biri geriye doğru dönüp bizim Kem yaştakilere “Bağırsanıza, bizim sesimiz yetmiyor,” diyerek amigoluğa soyunuyordu. Arkama baktığımda bir anne iki buçuk yaşlarındaki çocuğunun altını değiştiriyordu ve ne anne ne de çocuk halinden şikayetçi görünüyordu.
Maç…maç kötüydü. Fener, kötü oynadığı günlerinden birindeydi. İlk yarı bizim olduğumuz taraf ManisaSpor’un kalesiydi ve oyunun büyük bir kısmı Fener kalesinin olduğu yarı sahada olduğu için biz biraz sıkıldık. Fener doğru dürüst üç atak bile yapamamıştı ki, Dia gol attı da biraz heyecanımız ve keyfimiz yerine geldi. Gol atılınca o gür GOOOL haykırışlarının yerine çığlıklarla karışık daha ince tonda GOL bağırışları duyuldu. İlk yarının sonuna doğru dört tribün sırayla “Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener” demeyi öğrenmiştik. Bir ara annem yaşlarda teyze yanındaki oğlan çocuğuna yan hakemi kastederek “Bu da bayrağını ne çok sallıyor,” dedi. İlk devrede Fenerbahçe adına bir tek Alex’in gol girişimi bence kayda değerdi.
Devre arasında su ve Bizim Bey’den öğrenmiş olduğumuz üzere racon yerine gelsin diye çekirdek aldık.ManisaSpor’lu oyuncu kırmızı kart yiyince sevindik. Şanslı mıydık demeliyiz bilmiyorum ama maçın ikinci golü de bizim olduğumuz taraftaki kaleye atıldı. Volkan işin kendisine kalmayacağını düşündü ki, bıraktı. Bir çeşit kendi kalemize gol attık.
İkinci yarı olabildiğince sönük geçti. Uzatmaların da son dakikasına girildiğinde çıkmak üzere hareketlendik. Oturma yerlerini geçmiştik ki tribünlerden GOOL yükseldi. Arkamızı çoktan dönmüş olduğumuz için o verilmeyen golün ofsayt mı, değil mi olduğu konusunda maalesef yorum yapamayacağım.
Çıkış girişten beter bir eziyetti. Malum Migros kapısında olmaktan ötürü güçlükle ilerleyen kalabalıkla birlikte eve götürmek üzere bizi almaya gelen Bizim Bey’e ulaşmamız için stadın etrafını dönmemiz gerekiyordu. Zira onlar E5’ten gelişte köprünün altında mahsur kalmışlardı. Kırkbin kişiyi yaklaşık yirmi bin kişi almaya gelince oluşan curcunayı tahmin edebilirsiniz. O yürüyüş esnasında arada kulağıma “Ne vardı bilmem konu komşu toplaşıp maça gelinecek,” ya da “Normalde benimle maça gel desem gelmezsin. Ne farkı vardı ki bu maçın?” diye homurdanan adamların sesleri çarptı.
Velhasılı kelam… isteyen beğensin, isteyen dudak büksün yorucu olsa da farklı bir maceraydı.