Son Barcelona yazımı da yazayım ve bitsin artık…
Epi topu iki gece, bir gün geçirdik. Aslında tersi olur ya, hani bir gece iki gün gibi… Bizimki de böyleydi işte.
BB gün bitimine doğru, benim kaldığım havaalanına yakın otele geldi, beni aldı. Binerken taksi şoförüne uğrayıp birini alacaklarını söylememiş, ben takisye binmeye kalkışınca adam allak bullak oldu. Ben taksimetreyi kapattığı için sandım. Yani, ne kadar sorun olabilirdi ki tekrardan taksimetreyi açmak? Meğer sorun taksimetreyi açmak değilmiş. Sorun, otelin önünde bekleyen taksilere ayıp olmasıymış, iş etiği meselesiymiş. Biz diğerinin elindekini çekip aldığında mutlu olan bir milletten geldiğimiz için olsa gerek durumu anlamamız öyle kolay olmadı, zaman aldı.
Bu da böyle bir anıydı işte…
Neyse, ilk akşam BB’ye tapas artı paella yemenin adetten olduğunu söyledim. Çok istekli değildi zaten, durum böyle olunca doğaldır ki, paellayı sevmedi. Bana soracak olsanız, fena değildi…
Ertesi gün sabah otelden çıkarken BB, acıktığında yemek yemek değil atıştırmak istediğini söyledi. Bana uyar, dedim.
Öğleden sonra Barcelona’daki her turist gibi biz de Las Ramblas’daydık. Bir önceki gün otobüs içinde geçerken görmüştüm, marinaya doğru giderken sağda balık pazarı gibi bir yer vardı. Sonradan öğrendim, benim o balık pazarı dediğim yerin adı bouqeria’ymış. Hatta, turist rehberlerinde mutlaka gidilesi, türlü çeşit torpikal meyvelerden yenilesiymiş. Ha, bak onu da yaptık, yapmadık değil…
Bouqeria’ya girdik, bir tur attık sonra ikinci tur… karnım acıkmıştı ve gerçekten bir şeyler atıştırmak istiyordum. Bir köşebaşında bir adam tatlı krepler yapıyordu. Görünüşleri mükemmeldi ama sonuçta tatlıydı ve benim işim olmazdı. Bir hamurcu gördük, ondan mozerellalı, domatesli pide gibi bir şey aldık, paylaştık. Hipoglisemim biraz dizginlenebilir hale geldi.
Pinotxo’nun önünden üçüncü kere geçerken BB, Ben burada yemek istiyorum, dedi. Elbette, orada yemeyi isteyebilirdik, doğal hakkımızdı ancak yer yoktu. Oturanların arkasında beklemeye başladık. Tezgâhın arkasındaki yaşlı adam bize iki kişinin kalkmak üzere olduğunu işaret etti ve gerçekten iki dakika sonra oturmuştuk.
Karşımızdaki garson cidden çok yaşlıydı… Aramızda tezgâhın üstündeki kısa cam sırası vardı. Hemen bize servis açtı, et mi yoksa balık mı yiyeceğimizi sordu. Biz sadece atıştıracaktık. Kroket ve bira istedik. Bir de baby kalamar sipariş ettik.
Oturduğumuz süre boyunca sürekli arkamızda bekleyen birileri vardı. Kroket öyle sıradandı, bira bildiğimiz biraydı. Kalamarlar haşlanmış fasulye ile geldi. Tipik, geleneksel kuru fasulyeyi sevmem ama haşlanmış tuzlanmış kuru fasulye, hele de fasulye piyazını tek geçerim. Görüntü çok süper olmayabilir ama lezzet süperdi. Haşlanmış fasulye, baby kalamar, ekşi sos ve zeytinyağı…
Yaşlı garsonun adı Julio’ymuş ve Pinotxo Bar’ın sahibiymiş. On yaşından beri filan çalışıyormuş ve seksen yaşındaymış, filan filan…
Hesabın ne kadar olduğunu söylemeyeyim, görgüsüzlük olmasın ama yediğimize göre fazla ama an için makuldü.
Öyle yani…