Dün gördüklerimden sonra insanların bundan sonra iç dünyalarını anlamak için evlerine gittiğimde bir bahaneyle mutfaklarına girip buzdolaplarını teftiş etmeye karar verdim. Bu nereden çıktı demeyin ve fotoğraflara bakın. Aşağıda gördüğünüz dün evinde ziyaret ettiğim arkadaşımın eşiyle birlikte kullandığı buzdolabı (Fotoğrafı çekerken evsahibi yanımdaydı, ne maksatla çektiğimi söyledim).
Bunlar da bizim buzdolabımızın fotoğrafları.
Bu da bizim buzdolabımızın dışı.
Özellikle buzdolabının üstü size karışık gelebilir ama sanırım beni çok güzel anlatıyor. Tüm bu obje karmaşası içinde seyahatlerden alınmış hiç magnet yoktur, onu söyleyeyim. Çünkü oldum olası bana çok saçma gelir. Hele ki başkasına gittiğin yerden magnet getirmek daha da saçmadır. Bence öyle.
Eminim arkadaşımın buzdolabında hiç çürümüş yiyecek yoktu. Misal ben eve döndükten sonra yemek hazırlarken bir poşet dolusu brokoliyi artık çiçeğe durdukları için attım. O sırada yarısı çürümüş bir ayva gördüm, onu bıraktım. Akşam o ayvanın sağlam yarısı ve diğer iki henüz sağlam olduğunu düşündüğüm ayvadan marmelat yapacağım. Bir de bir adet kereviz gördüm, onu da zeytinyağlı portakallı kerevize çevireceğim. Diğer sebzeliği açıp bakmadım, oradakileri koyalı iki gün olmadı, daha bozulmuş olamazlar.
Bu durum hiç de öyle sandığınız gibi olumsuz öğeler içermiyor. Mesela bazen canınız kaşarlı tost isteyebiliyor, bakıyorsunuz yok ama buzdolabının derinlerinde etrafı yeşil tabakayla kaplanmış bir parça bulma ihtimaliniz her zaman var ve o yeşil tabakayı güzel, bulaştırmadan temizlerseniz istediğiniz kaşarlı tostu yiyebiliyorsunuz.
Tamam, kabul. Abarttım. Zaman zaman böyle tarihin sayfalarına geçmeye başlamış yiyecekler bulduğum doğru ama atılacaksa atıyorum ve yiyecek atmaktan hoşlanmadığım için de yiyeceklerimizin bozulmadan tüketilmesi konusunda oldukça çaba sarf ediyorum. En azından fazla fazla almıyorum. Bunun bir devamı olarak da erzak dolaplarını yazıya çevirmeliyim. Mesela bizim evde her şeyin 1 kg.lık paketi bulunur, hiç daha ucuza geliyor diye 2 kg.lık almam. Beş kg.lık bir şeyin girdiğini de görmedim.
Oldum olası her düzensizliğin kendine ait bir düzeni olduğunu iddia etmişimdir. Buna rağmen arada bir toparlanıp silkinmek iyidir. Buzdolabını bilemem ama gardrobuma en kısa zamanda el atmam lazım. Kapaklarını açtığımda üstüme üstüme geliyor her şey ve ben bu tembellik yüzünden üç beş parça hep aynı şeyleri giyiyorum. Düşünce iyi ama bu düşünceye eyleme geçirmek için güç lazım, bende de ondan yok. Belki bahara, yazlıklara geçtiğimde o gücü kendimde bulurum.
Şükür ki, annem bu yazdıklarımın hiçbirini okumuyor. Zamanında günlüklerimi günü gününe okuyan biri için büyük bir kayıp, eksiklik bence. Eğer okusaydı bu yazıdan sonra iyi bir zılgıt yerdim, “Utanmadan bir de dağınıklığını elaleme gösterip övünmüşsün,” derdi. Bir de “Arkadaşından azıcık ders alsaydın bari,” der hatta “Ah, ben çok uğraştım ama olmayınca olmadı. Şöyle düzenli tertipli bir kız çocuğu yetiştiremedim, sana da bana da yazıklar olsun,” a kadar götürebilirdi.
Annedir, ne derse yeridir, her sözü başımın üzerindedir. Dediği gibi olmayınca olmuyor.
Bu son cümle ne olur ne olmaz, okursa paçayı kurtarmam için bir açık kapı kalsın cümlesiydi. Zaten her halinden belli oluyor, söylemeye bile gerek yok.