Bugün hakkında yazmak istediğim iki konu var. Hem birbiri ile ilgili hem de ilgisiz. İlgisizliğinden ötürü bu iki konuyu bağlamakta, var olan ilişkilerini koparmamakta başarılı olabilirsem ne mutlu bana. O zaman bir alkışı hak ederim artık.
İlki 24 Kasım Öğretmenler Günü. Günün saatlerinin ilerlemiş olmasından ötürü biraz geç kalmış olsam da elbette bunun bir sebebi var. Sebebi Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kutlamalarına Zeyno’nun bale gösterisini izlemeye gidip katılmış olmam. Salona oldukça geç girmeme rağmen annemle kız kardeşimin arasında yerimi alır almaz öyle duygu dolu anlar yaşadım ki, anlatamam.
Zeyno’lar bale gösterilerini tamamladıktan sonra bir öğretmenleri onlara “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirini okuyarak çiçek dağıttı. Perdede Van’da ölen öğretmenlerin resimleri teker teker belirdi ve bizim pembe tütülü kızlarımız zarif adımlarla öğretmenlerin önüne yürüyüp selam vererek ellerindeki çiçekleri büyük bir asaletle yere bıraktılar. Baktım kardeşim bana mendil uzatıyor. Şimdi yazarken bile tüylerim diken diken oldu.
Bazı öğretmenlere “Hizmet Şeref Madalyası” verildi, bunlardan biri annemin eski bir arkadaşıydı. Annem bir sevindi ki eski arkadaşını orada görünce. Hizmet Şeref Madalyası alan öğretmenlerden birinin adı Mehmet Kazanasmaz’dı. Hemen salonda “Aaa…Murat Kazanasmaz’ın babası mı!? Hıı…evet. Yok canım, isim benzerliğidir(?!)” gibisinden bir uğuldaşma oldu.
Annemle çıkışta yemek yedik, birlikte bir de kokoreççide kutladık Öğretmenler Günü’nü. Sonra sanat malzemeleri satan büyük kırtasiyeye gideceğimi söyledim. Annem manasız baktı yüzüme. “Ne alacaksın?” diye sordu. “Resim yapacağım, eskiz defteri ve kalem alacağım,” dedim. Yüzündeki bakış katmerlendi, arttı. “Sen resim yapamazsın ki!” dedi. “Yapıyorum, hep yapardım ama senin haberin yok,” dedim. Güldü. Eskiden olsa ağlardım, ben de güldüm.
Sonuç; annemin, babamın, kız kardeşimin, Leylak Dalı’nın ve tüm öğretmenlerin “Öğretmenler Günü” kutlu olsun. Onlar bizim çok önemliler. Başöğretmen Atatürk başta olmak üzere bugün bir şeyler yapabiliyorsak, bir yere gelebildiysek onların sayesinde olduğunu unutmamalıyız.
Bağlama kısmına geldim işte.
“Unutmak” deyince, buradan çok ama çok önemli bir duyuru yapacağım. Alzheimer Derneği Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte İlköğretim 2. kademe ve ortaöğretim öğrencilerine yönelik olarak konusu “Alzheimer Hastalığı” olan “Unutulan Ben” adlı bir kompozisyon yarışması düzenledi. Bu yarışmanın amacı çağımızın sosyoekonomik yükü en yüksek olan hastalıklarından biri olan “Alzheimer Hastalığı” ile ilgili farkındalığı arttırmak, yaş olarak her ne kadar katılımcıların yaş grubundan oldukça yüksek yaş grubundaki toplum bireylerini ilgilendiriyormuş gibi görünse de hastalığın aslında herkesin hayatında yeri olabileceğine dikkat çekmek.
Sorun şu ki edindiğim bilgiye göre katılım yarışmanın duyurusunun iyi yapılamamış olmasından ötürü düşükmüş. Alzheimer Hastalığı ile fazlasıyla içli dışlı olan biri olarak kendi çapımda duyurmayı görev bildim. Yardımcı olursanız çok sevinirim. Konu ile ilgili bilgiye
http://www.alzheimer.gen.tr/?page=haberler&subpage=detay&id=33
adresinden ulaşılabilir. Katılımcılar yukarıdaki adresin ait olduğu http://www.alzheimer.gen.tr adlı sitesinden de hastalıkla ilgili kapsamlı bilgi edinebilirler. Yarışmanın son katılım tarihi 15 Aralık 2011. Katılmak isteyenlerin ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.
Son söz: Toplumsal olarak unutma hastalığına müptelayız ama geleceğimiz için öğretmenlerimizi unutmayalım, onlara hak ettikleri ama verilemeyen değeri en azından onların yetiştirdiği bireyler olarak bizler manevi olarak verelim ki unutulduklarını sanmasınlar.
Hıh! Böyle de bağlarım işte 🙂
Yazıyı yazarken birden aklıma geldi, Anadolu Lisesi Hazırlık Sınıfı’ndaki İngilizce öğretmenimi aradım. Eşi açtı telefonu. Öğretmenim yeniden üniversiteye başlamış. Arkeoloji Bölümü’nde okuyormuş. Vize sınavına gittiği için telefonunu evde bırakmış. Galiba tuhaflar, hayatı tırmalayıp kendine sürekli gelişme alanı açmaya çalışanlar birbirini buluyor. Benim bu hallerimde onun da katkısı muhakkak vardır.