Etiketler
Adana, Adana Sİnema Müzesi, Arkadaş, Sürü, uçakta doktor var mı?, yol, Yılmaz Güney
Ben (biz) çocukken annemin bunaldığında şöyle dediğini hatırlarım: “Alıp başımı gideceğim buralardan..” Tabii biraz tehdit içerse de bu durum, içinden serzeniş de barındırırdı. Eğer sizin anneniz böyle söylemediyse, aklından geçirmediği anlamına gelmez. Her annenin şöyle ferah ferah bir ‘oh’ deme ihtiyacı olur.
Bizim hayatımızda benim için böyle bir deyişin pek yeri yok. Benim bir yerlere gitmem ev halkı, özellike çocuklar tarafından kanıksanmış durumda.
Misal, Dubai’ye gitmeden önce Defi bana bir saat siparişi verdi. Gidip gelmeler sonrasında çocuklara özel bir şeyler getirmeye karşıyım. Ben de keyfimden gitmiyorum ki, suçluluk duyayım da onlara bir şeyler getirerek kendimi affettireyim. Böyle söylememe rağmen illa bir şeyler, olmadı havaalanından gittiğim yerin t-shirt’ünü getiririm. Neyse, saati getirmek için elimden geleni en azından yapacağımı biliyordum ama yine de getirememe ihtimalime karşı önlem almak üzere Defi’yle konuştum, belki getiremeyebilirim, dedim. Sorun değil, diye cevap verdi. O zaman sen de daha uzağa git! Küçük çapta dumura uğradımsa da çaktırmadım.
Çarşamba sabahı 08:05 uçağı ile Sabiha Gökçen’den Adana’ya gittim, işimi yaptım ve 14:50 uçağı ile Atatürk Havalimanı’na geri döndüm. Eve gelirken deniz otobüsünü de tercih ederek tüm mevcut ulaşım seçimlerini kullanmış oldum. Deniz öyle dalgalıydı ki, gece saat 23:00 de yatağa yattığımda kafamda hâlâ bir sallantı hissi vardı.
Adana’da işin arasında benim için bir sürpriz vardı, çünkü öncesinde planlamamıştım. Sinema Müzesi …
Bu seyahatin macera sayılabilecek kısmı, giderken uçakta “Doktor var mı?” anonsuydu ki, tüm doktorlar için bunun sevimsiz bir durum olduğundan eminim. Baktım benden başka kimse yok, kaçınılmaz olarak doktor olduğumu söyledim (Burada beni kınamaya kalkışmadan önce halihazırda doktorluk yapmadığımı ve mesleğimi icra etmeyi kendi isteğimle bırakmış olduğumu – şimdilik- lütfen hatırlayınız!). Müdahale ettim. Şükür önemli bir şey değildi. Bu ikinci başıma gelişiydi. İlkinde buna sebep hasta yolcuyla business class’ta yolculuk yapmıştım. İzzet-i ikram da ona göre olmuştu tabii…
Neyse fazla gevezelik etmeyeyim, sizi fotoğraflarla başbaşa bırakayım (Güya sadece iki satır yazmak niyetiyle başlamıştım).
Eski film makineleri
Yılmaz Güney’in Fatoş Güney’e yazdığı mektuplar… Kendi yazısıymış. Ben sonradan birileri temize çekmiş sandım, öyle güzel ve okunaklı bir yazı…
YOL filminde kullanılan çay takımı
Yılmaz Güney filmlerinden bazılarının afişleri
Solda Abidin Dino, sağda Orhan Kemal
İkinci kattan inerken sizi bu afiş karşılıyor
Şimdi bir yerlerden uzun zamandır seyretmediğimiz Yılmaz Güney filmlerini bulup seyretmek gerek. Önce Yol, sonra
Arkadaş ve tabii Sürü…
Öyle yani…