Durduk yerde, hiç aklımda yokken… Benim için apansız ama uzun zamandır devam eden bir maceraya dahil oldum. Yani olmuşum da haberim yokmuş.
İpekli Mendil’i biliyordum. Önce Sait Faik’in öyküsü olarak elbette.
İpekli Mendil projesi başkaydı. Yekta Kopan bir sözlük hazırlayacaktı. Yirmi dört yazar, Yekta Kopan editörlüğünde öykülerden seçme, nesneler, kişiler, mekanlardan kendilerine kalanları öykü yazarlarından alıntılarla anlatacaklardı.
Nereden bilmiyorum, duymuştum işte…
Geçen hafta Cuma ofis arkadaşlarımla, cin fikrimin ürünü, ilk altın günü toplanmamızın şerefine öğle yemeğimizi yedikten sonra onlardan ayrıldım ve yukarı kata, Kanyon D&R’a çıktım. Bir tur attım. İlgimi çeken olduysa da yeni kitap almadım. Dinmek bilmez kitap oburluğumu dizginleme kararıma uydum. Ofise dönüşte, lobide gazetelerin arasından Radikal Kitap’ı aldım. Yemek üstü taze demli çayımı içip posta kutumun kendini bulmasını beklerken sayfaları çevirdim, hızla sona geldim. Arka kapakta İpekli Mendil’i görünce, tühlendim, sonra dedim ki kendi kendime, eğer raflarda olsaydı mutlaka görürdüm.
Sonrası klasik, evde cumartesi ve de pazar günü telaşı… Kahvaltı, Defi’yi cimnastiğe götür, evde maçtan gelen Kem’le buluşma, hadi sinemaya da bugün gidelim ve pazar tamamen bana kalsın, BB yoktu, nöbetçiydi ve hastanedeydi ve zaten eve geldikten sonra gece boyu o telefon susmadı., neticede sabaha karşı yine hastaneye gitti, bir araba söylendim, ben mesleği bıraktım bu nöbet derdi beni bırakmadı dedim, sabah oldu, kahvaltı, cimnastik, eve döndüğümüzde BB biz yokken gelip kahvaltısını yapıp spora gitmişti, sonra geldi dışarı çıkalım dedi ama yok valla o trafiği çekemezdim, düpedüz evde pinekledik, bana iyi geldi, akşam Defi banyosunu yapıp kanapede uyukladığında dizimizi, Peaky Blinders, açtık ve seyre koyulduk, bir bölüm bitti, ikinci bölümün ortalarındaydık ki, cep telefonumdan FB mesajı sesi geldi, Bibliyomanyaklar’dır dedim, BB diziyi böldüğüm için ayar olmasın diye bakıp kapatacaktım, bir gözüm televizyonda, elimde grenim, diğer gözümle telefona baktım, tanıdığım ama listemde olmayan birindendi, merak ettim ve mesajı açtım, ilk okuduğumda anlamadım, greniyi bıraktım, BB’ye diziyi durdurttum, bir daha okudum, sorduğum sorular karşıdakini zekâmdan kuşkuya düşürecek gibiydi, anladığımda ise inanamadım, bana diyordu ki, İPEKLİ MENDİL’e alınan yüzlerce Türk öykücüsünden biriydim, İpekli Mendil madde maddeydi ve bir maddede de ben ve öykülerime dair vardı, arkasından benzer şekilde twitter’dan bir ileti düştü.
Gece yarım yamalak uyudum. Ertesi gün akşamı zor ettim. Hangi kitabımdı, hangi öyküme, yazdıklarımdan neye sebep beni kitaba dahil etmişlerdi. Pek ihtimal vermiyordum ama ya çok da içaçıcı değildiyse yazılanlar? Bilgisayarımı kapatır kapatmaz soluğu kitapçıda aldım. Kitabı elime alıp kendimi bulmam arasında duyduğum, garip ve bambaşka bir heyecandı. Hayatta öyle çok büyük başarıları olmuş biri değilim. Güzel işler yaptım, hepsi bana güzel duygular yaşattı. Kapağında adımın yazdığı üç kitabı elime aldığımda çok heyecanlanmıştım. Parasını kendim verip 500 tane bastırdığım ama rafa çıkma şansı olmayan Lezzetli Öyküleri’mi elime aldığımda “artık gözüm açık gitmem” demiştim. İğneler’de ise en azından yazmayı sürdürebilirliğime kendim inanmıştım.
Ben, İpekli Mendil’de SANDIK’tayım. Komşularım Zülfü Livaneli, Demirtaş Ceyhun, Feridun Andaç ve Nezihe Meriç.
Bu kitapta kimler yok ki… Ahmet Hamdi Tanpınar’dan tutun, Jale Sancak’a, Feyyaz Kayacan’a, Ayşegül Devecioğlu’na, benim gibi doğru dürüst duyulmamışlara, kendi çekirdek okurunu oluşturmuşlara… yüzlerce öykü yazarından dileyin ne dilerseniz…
Fikir için Yekta Kopan’a, emeği geçen yirmi dört yazara gerçekten bu çok farklı kitap için önce bir öykü okuru olarak, sonra da beni de dahil ettikleri için çok teşekkürler…
Öyle yani…