Etiketler

, , ,


Bir süredir aklım pek kalabalık. Günlük rutin işlerim çok yoğun ve bunlar büyük oranda okumak ve yazmak üzerine olduğu içindir ki, ekstradan kendi okumlarımı yapmaya hacetim kalmıyor. Yazmak konusu ise ayrı bir iç acısı şu sıralar. Yazdığım tek düzenli yazıyı ayda bir Bibliyomanyaklar için yazıyorum. Bir süre önce gündemi takip etmeme kararı almıştım ama her gün önümüze öyle sorunlar, konular çıkıyor ki, kaçsam da sanki arkamdan koşturuyor. Bir dönüp baktığımda başka bir daha dönüp baktığımda ise bambaşka şey görüyorum. Sanki kaçmasam, bir yere otursam ve takip etsem belki de daha az yorulacağım.

Zihnim kaçarken abuk sabuk yerlere giriyor, bu sırada kendine yaşamaya daha elverişli ortamlar çabasında. Mevcut gündem ve ortamın alternatiflerini zihnimde üretmeye çalışarak hem kaçıyor hem de olmayacağını bile bile çözüm aramaya çalışıyorum.

Aklım öyle kalabalıklaştı ki bu aralar, okumakta zorlanıyorum. Hele kurguları takip etmek çok güç, çünkü anormal bir kurgunun içine zaten düşmüş gibiyim. Oyun içinde oyun, rüya içinde rüya gibi oluyor. Bir de üstüne güç bela kurguyu okuyup bitirebilirsem bunu çözümlemek ve üstüne düşünceleri yazmak gerçekten garip oluyor. Kimi zaman aklımdaki kurguları başkalarına da bulaştırmayı istiyorum. Büyük ihtimalle bilinçaltı dürtüklemesinin sonucu kötü hastalık taşıyanların bunu bulaştırmak istemesi gibi bir şey ama vallahi kötü bir niyetim yok.

image

Şimdilik sadece örgü örüyorum. Bir yumak, iki yumak derken, torba torba, rengarenk iplerin ortasındayım. En ufak bir boşluk bulduğumda örmeye başlıyorum. Bu kış üç battaniye ve sayısını hatrılayamadığım kadar patik ördüm.

Eskiden, çok eskiden kafam bir şeye bozulduğunda, dertlenip kederlendiğimde konsantrasyonumu maksimuma çıkarıp kaçmak için ders çalışırdım, hatta böyle bir dönemde Oxford Dictionary’i kendi ihtiyacıma yönelik düzenlemişliğim vardır. Ben şimdilik böyle idare ediyorum ama durum vahim. Bunu benim söylememe de ihtiyacınız yok, biliyorum. Neler yapılabilir, bulmaya çalışıyorum. Var olanı düzeltebilseydik keşke ama artık bence bunun için çok geç kaldık. Değersizliğin değer olduğu, hatta bununla övünen bir toplum olduk. Bir arkadaşın dediği gibi dayak arsızı çocuklar gibiyiz. Yani, o çocuğa ilk fiske vurulmadan önceki zamana gitmemiz mümkün değil. Bireylerle bunun düzelmesi imkansız. Evet, belki olabilir ama bu kişiler kesinlikle sıradan birileri olamaz. Ancak bu ülkenin ekonomisi üzerinde sözü olanların bir küçük ihtimal ama etkisi olabilir. Onların olanlara sadece üzülmeleri yetmez. Yoksa ben, sen ve o sadece ve sadece tırnaklarımızla bir şeyler yapmaya çalışırız ama pek de bir şey çıkmaz.

Duyarlılığımız dünden bugüne bence ne arttı, ne de azaldı. Hep aynı minimumdaydık. Şimdi sadece daha fazla iletişiyoruz ama bir yere gitmiyoruz. Camlarımızın önüne çiçekler koyuyor, belki kapımızın önünü temizliyoruz. Komşumuzun kapı önü kirliyse kafamızı çevirip yürümeye devam ediyoruz. Galiba bir, üç, beş gün, dört hafta, belki dokuz ay ya da yedi yıl “ben bunu neden yapıyorum ki, enayi miyim?” i aklımıza getirmeden yan kapının önünü de süpürmemiz gerekiyor. Ya da kapıyı çalmamız ve rahatsızlığımızı dile getirmemiz, baktık olmuyor bir daha söylememiz… Ve biliyorum işte, düzelmeyecek. Ya bir seferinde komşu kapıyı açınca elindeki bıçağı böğrümüze saplayacak ya da her sabah başka bir iğrenç şeyi dozu artırarak kapının önüne bırakack.

Ben gideyim, bir motif daha öreyim en iyisi.

Öyle yani…

P.S. Bugün defter 4 yılı geride bıraktı. Umarım bundan sonrası bol ve güzel yazılarla geçer.