Tags

, , , , , ,


Bazı davetlerin davetiyelerinde belirtilir, giysi kodu: resmi, resmi-spor, spor veyahut maskeli balo diye… Bende bu aralar kod “çingene pembesi”.

Daha önce bahsetmiştim, Jonathan Frenzen’in Özgürlük’ünü okumamla eş zamanlı olarak artık yünlerden bir çeşit patch-work battaniye örmeye başlamıştım. Ne zaman biteceği umurumda değildi, ki hâlâ değil.

Artık yünler bitti, ilaveler alınmaya başlandı. Mesela Eylül’de Urfa’ya gittiğimde baktım elim boş kaldı, tuhafiyeciye gittim. Tuhafiyecileri pek severim okur, aramızda kalsın. Günlerimi orada geçirebilirim. Adı üstünde, Tuhafiyeci, daha ne olsun! Neyse, rengi maviden lilaya değişen bir yün aldım. Bir de tığ tabii… Rengi mor. Severim, bilirsin.

Bir yıl öncesinde şişlerim ve yünlerimle gitmişliğimden olsa gerek kayınvalide daha az şaşırdı halime.

İstanbul’da battaniye için alınan yünlerin rengi değişti. Bordo, koyu yeşil, kahverengi.

Hafta başında Defi olaya müdahale etti, “Pembe de olmalı,” dedi. “Tamam,” dedim. Biliyorum ki benden sonra daha henüz olmamış battaniyeye sahip çıkacak tek kişi var o da Defi. Bu sebepten fikri mühim.

Salı Kem’i traş için Erenköy’de anneannenin mahallesindeki Berber Vahit’e götürdüğümüzde Yüncü Uğur’a uğradık. Defi hayal edilebilecek en cırtlak çingene pembesini seçti, kendinden simli, yani Defi için paha biçilmez.

Eve geldikten sonra ipi elime aldım, baktım… Uzun süre bakamadım aslında, renk öyle cırtlak öyle parlaktı, gözümü fena alıyordu. Azimle battaniyeye adapte edip etmemeyi, nasıl olabilirliğini düşünüyordum ki, Defi dedi ki,  “Şöyle boynuma dolayacağım, şal gibi bir şey yapsan…” diyerek durumu benim açımdan nispeten içinden çıkılabilecek hale getirdi.

Tığ ve şişte yeteneği sınırlı bir kişi olarak, ne yazık ki bu alanda kendimi ilerletecek çok vaktim olmadı, kafamda bir şeyler tasarlamaya başladım.

Başta yaptıklarım gerçekten acınası haldeydi. Bu sabah hepsini söktüm, sırf anneannem yattığı yerde rahat uyusun diye. Rahmetli görse beni tığdan men ederdi.

Henüz birleştirmeye başlamadım ama resimde görüldüğü üzere bir standardı yakalamayı başardım.

Öyle de bir azimliyim ki! Elimden bırakmadan devam ediyorum.

Bugün BB, “Böyle ev kadını moduna nasıl bağlandın?” diye sordu. Benim için doğal ama evde yaşayan diğerleri için şaşırtıcı tabii… İki hafta öncesine kadar iki kitabın düzeltmelerini evin dört bir tarafına yaymış, bir tarafta bilgisayar açık, bir yanda elimde ı-phone mesajlaşırken şimdi elimde ip ve tığ… Kabul ediyorum, tuhaf… ama öyle dinlendirici ki… hiçbir şey ama hiçbir şey düşünmüyorum ama bir şeyler yapmaya devam ediyorum…

Öyle yani…

P.S. Ara ara gelip Defi’nin yaptıklarımı dizip “one, two, three… ” diye başlayıp saymasındaki manayı henüz çözmüş değilim.